Yakınlarım, dostlarım, okurlarım, haftalardır devam eden bu korona günlerinde, nasıl böyle neşeli, iyimser olduğuma şaşıyorlar..
"Nasıl bu kadar keyifli oluyor, bu kadar olumlu yazılar yazabiliyorsun" diye soruyorlar..
Zor değil.. Başından beri tekrar tekrar yazdım..
"Çok şey bekleyip, azını bulmaktansa, az bekleyip fazlasını bulmak insanın morali için çok daha iyidir.."
Koronanın en büyük ilacı ne?.
İnsanın kendini iyi hissetmesi..
O zaman günlük ve yarınlık beklentilerimi en aza indiriyorum.. İndirirken de düşünüyorum..
Korona denen virüs dünyada çözüldü mü?.
Birleşmiş Milletler'in Dünya Sağlık Örgütü Bilim Kurulu üyelerinden tutun da, bizim Sağlık Bakanlığı Bilim Kurulu'na, konuyu en iyi bilecek durumdaki uzmanlar, hala kendi aralarında değil, kendileriyle bile anlaşamadılar. Durmadan birbirlerini ve kendilerini tekzip eden şeyler söylüyorlar..
Çünkü korona virüsü hala belli değil. Yarın ne yapacağı belli değil. Durmadan mutasyona, değişime uğruyor..
Yani korona hala sisler arkasında..
O zaman o sisler içinde ben, bırakın yaz aylarını, yarını nasıl planlar, beklentiye girerim?.
Ben bu soruyu en başta kendime sordum ve "Hayır yapamam" cevabını alınca durumu kabullendim ve, yaşamımı, bu gerçek üzerine kurdum.
Dedim ki kendime..
"Şimdilik sisler içindeyim.
Bu sisler devam ettikçe de, benden hiç farkı olmayan en büyük uzmanlar dahil, hiç kimseyi okumayacak, dinlemeyeceğim.
Kendim de düşünmeyeceğim. Plan, program yapmanın anlamı da, gereği de yok. Bunlar, beni beklentiye sokup, hayal kırıklığına uğratmaktan başka işe yaramazlar çünkü..
Karar aldım.. Korona ile ilgili, hiç kimseyle konuşmuyorum.. Televizyonda tek konuşma programı dinlemedim. Benimle konuşanın, telefonda bile olsa lafını ağzına tıkıyorum..
"Başka güzel şeyler var hayatta. Korona konuşmayı yasakladım kendime" diyorum lafı virüse getirenlere, ve konu kapanıyor.
Gazeteler, "Palavra habere en uygun" diye spor sayfalarını arttırdılar. Masa başında yüzlerce transfer haberi uyduruluyor günlerden beri mesela.. Yazarlar da durmadan başta futbol liglerle ilgili kararları tartışıyor..
Ben tartışmıyorum.
Tek satır yazımı okudunuz mu bu konuda?.
Yahu sisten önümü göremezken, karşıma neyin çıkacağını bilemezken, içinde yığınla "Eğer" yığınla "Şart" olan bir gelişmeyi nasıl değerlendirir, eleştirebilirim ki?.
12 Haziran'da koronanın ne durumda olacağını bilen var mı?.
Karar bugüne kadar olan gelişmelerin ayni şekilde devam edeceği üzerine alınmış.
Kötüye giderse, iptal edilir. Çok iyiye giderse, hatta seyircili bile oynanabilir. O zaman neyi tartışıyoruz..
Bekleyip göreceğiz.
Ama baştan dedim ya.. En azını umut ederek bekleyeceğiz. Fazlası gelirse harika olmaz mı?.
Sisten önümüzü göremezken, o sisin ne zaman kalkacağını bilemezken, hayale dalmak, tartışmak yerine "Sisi ve sisler arasında yaşamayı kabullenmek" bugün, keyifli, neşeli ve mutlu olmamın sırrı.
Korona ile ilgili tek satır okumamak, benden fazlasını bilmeyen uzmanları asla dinlememek, hiç kimse ile korona konuşmamak ve yazmamak da temeli..
İşte bu yüzden, ilk günden beri "Bomba" gibiyim..
"Oğlum Hıncal.. Çocukluğunda köye giderdin ya hani.. Bahçende, ağaçların, çiçeklerin, hayvanların arasında bütün yazı hem de ne mutlu geçirirdin ya.. İşte 70 yıldan beri ilk defa 'Gerçek' tatil yapıyorsun. Değerlendir" diyorum..
Bahçem var. Çiçeklerim, tam dokuz tane yavrulayan kedilerim, martıdan kargaya, saksağandan Yusufçuk'a bahçemde uçan, salonumda ötüşen muhabbet kuşlarım, balıklarımla tam köy yaşamı içindeyim.. Ama köyden fazlam var.
Köyde bir kurmalı gramofonumuz vardı, bir de pilli radyomuz..
Şimdi içinde yüzlerce film ve dizi olan bir elektronik sistem var, hemen her evde..
Sevdiğimiz herkes cebimizde.. Bir tıkla, herkese, hatta görüntülü ulaşıyoruz..
Yıllardır izini kaybettiğim dostlarımla buluştum, konuştum, sisten önümü göremediğim günlerde..
Bu ne güzelliktir?.
Ararsanız, bakarsanız daha neler neler var..
Bu sisten çıkacağız elbet..
Nasıl, ne zaman belli değil..
O zaman sisler içinde yaşamanın keyfini çıkarın, kahredip oturma yerine..
Çünkü isteseniz de, istemeseniz de bu sizin hayatınız..
Her insan bir defa yaşar ve kendi hayatını yaşar!. Ne siz başkasının hayatını yaşayabilirsiniz. Ne başkası sizin..
Tamam mı?.
***
Sisler Bulvarı...
Korona günlerinde yaşam felsefemin temelini oluşturan Sisler'i anlatınca, uzun yıllar dostluk, saatlerce sohbet ettiğim Kaptan'ın, Attila İlhan'ın gençliğimizi boyayan şiirlerinin en güzellerinden "Sisler Bulvarı"nı anmamak olur mu?.
*
Elinin arkasında güneş duruyordu
Aylardan kasımdı üşüyorduk
Ağacın biri bulvarda ölüyordu
Şehrin camları kaygısız gülüyordu
Her köşe başında öpüşüyorduk
Sisler Bulvarı'na akşam çökmüştü
Omuzlarımıza çoktan çökmüştü
Kesik birer kol gibi yalnızdık
Dağlarda ateşler yanmıyordu
Deniz fenerleri sönmüştü
Birbirimizin gözlerini arıyorduk
Sisler Bulvarı'nda seni kaybettim
Sokak lambaları öksürüyordu
Yukarıda bulutlar yürüyordu
Terkedilmiş bir çocuk gibiydim
Dokunsanız ağlayacaktım
Yenikapı'da bir tren vardı
Sisler Bulvarı'nda öleceğim
Sol kasığımdan vuracaklar
Bulvar durağında düşeceğim
Gözlüklerim kırılacaklar
Sen rüyasını göreceksin
Çığlık çığlığa uyanacaksın
Sabah kapını çalacaklar
Elinden tutup getirecekler
Beni görünce taş kesileceksin
Ağlamayacaksın! ağlamayacaksın!
Sisler Bulvarı'ndan geçtim sırılsıklamdı
Islak kaldırımlar parlıyordu
Durup dururken gözlerim dalıyordu
Bir bardak şarapda kayboluyordum
Gece bekçilerine saati soruyordum
Evime gitmekten korkuyordum
Sisler boğazıma sarılmışlardı
Bir gemi beni Afrika'ya götürecek
İsmi bilmiyorum ne olacak
Kazablanka'da bir gün kalacağım
Sisler Bulvarı'nı hatırlayacağım
Kırmızı melek şarkısından bir satır
Lodos'tan bir satır yağmur'dan iki
Senin kirpiklerinden bir satır
Simsiyah bir satır hatırlayacağım
Seni hatırlatanın çenesini kıracağım
Limanda vapur uğuldayacak
Sisler Bulvarı bir gece haykırmıştı
Ağaçları yatıyordu yoksuldu
Bütün yaprakları sararmıştı
Bütün bir sonbahar ağlamıştı
Ağlayan sanki İstanbul'du
Öl desen belki ölecektim
İçimde biber gibi bir kahır
Bütün şiirlerimi yakacaktım
Yalnızlık bana dokunuyordu
Eğer Sisler Bulvarı olmasa
Eğer bu şehirde bu bulvar olmasa
Sabah ezanında yağmur yağmasa
Şüphesiz bir delilik yapardım
Hiç kimse beni anlayamazdı
On beş sene hüküm giyerdim
Dördüncü yılında kaçardım
Belki kaçarken vururlardı
Sisler Bulvarı'ndan geçmediğim gün
Sisler Bulvarı öksüz ben öksüzüm
Yağmurun altında yalnızım
Ağzım elim yüzüm ıslanıyor
Tren düdükleri iç içe giriyorlar
Aklımı fikrimi çeliyorlar
Aksaray'da ışıklar yanıyor
Sisler Bulvarı ayaklanıyor
Artık kalbimi susturamıyorum
Attila İLHAN
***
Kilisede namaz!..
Doktor Erdoğan (Karatay) dün bu köşede Almanya'dan dünya güzeli bir barış, kardeşlik haberi vermişti. Berlin'de sosyal mesafeyi koruyarak ve maske takarak camide namaza izin verilmiş ama "Cuma Namazı" için camiye gelenlerin bir bölümü içerde yer bulamamışlardı. İmdatlarına, hemen yakındaki kilisenin rahibi yetişti. "Burası da Tanrı'nın evi.. Gelin namazınızı kilisemde kılın" dedi. Camide yer bulamayan Müslümanlar kiliseye gittiler ve namazlarını orda kıldılar.
Sevgili Erdoğan kardeşimden, bugün de o namazın resimleri geldi..
İşte seccadelerini kapıp kiliseye gelen Müslümanlar, Berlin'de kilisede namaza duruyorlar..
Dünyaya ibret olacak fotoğraflar bunlar..
***
Ah Ajda ah!..
Ajda Pekkan, Günaydın ekimizden Tuba Kalçık kardeşime dert yanmış.. "Yurt dışında tek başına mücadele etmek benim için yorucuydu. Dışarıda çok daha büyük başarılar elde edebilirdim ama hep yalnız bırakıldım. Müzik sektöründen bana yardım eden kimse yoktu. Tek başıma mücadele etmek beni yordu" demiş.
Tuba o günleri bilmez, yaşamadı tabii..
Ajda, ayni röportajı bana verebilir miydi?. Denemek ister mi?.
Ajda'yı Paris'e o zaman müzik sektörünün en itibarlı adamı, Erkan Özerman götürdü. Bu ülkenin gelmiş geçmiş tek meslekten meneceri.. (Bavul taşıyıcı ve yüzde 10 hisse alıcı değil, gerçek menecer..)
Hem Türkiye'de hem dünyada çok geniş çevresi olan adam.
Olimpia'ya Erkan çıkardı Ajda'yı.. Paris Match'da dört sayfa röportajı Erkan ayarladı. Onu müzik dünyasının devleriyle tanıştırdı..
Ülkede bir başka dev, Egemen Bostancı taşıdı Ajda'yı yıllarca.. Onun bütün kaprislerine boyun eğerek..
Evet kapris.. Bitmez tükenmez istekler.. Hep özel, hep ayrı, hep pahalı muamele beklentileri..
Egemen harika müzikal geceleri düzenlerdi, Şan Müzikholü'nde.. Bir gün bana "Nükhet, Sezen ve Emel'den servet kazanıyorum.
Hepsini Ajda'da bitiriyor, hatta zarara geçiyorum" demişti.
Nasıl girmesin. Şan'daki şovu için Brezilya'dan müzik ve dans gurubu istemişti, Ajda.. Egemen de getirmişti. Sadece uçak bileti maliyetini düşünün..
40 kişilik gurubun İstanbul'da yeme içmesi ve yevmiyesi dahil..
Ülkenin tek kanalı TRT'ye çıkmak için millet çırpınırken, Ajda'nın hazır stüdyoyu ve onlarca görevliyi 7 saat beklettiğini bizzat yaşadım, muhabir olarak. TRT'ciler, nasıl yılmıştı, onun kaprislerinden.
Bir Cömert Baykent hikayesi var mesela..
İlişkileri roman olur. Meneceri ve erkek arkadaşıydı Cömert..
Gerek gazeteci, gerek Modern Folk'un meneceri olarak bütün gençliğim magazin dünyasının içinde geçti. Ben Ajda kadar kaprisli ve adam eskiten birini daha görmedim..
Ama hala "Yalnızdım" diyorsan Ajda ve sorumlu arıyorsan, aynaya bak!..
***
Tebessüm
Öğretmen Küçük Temel'in ev ödevini sırasına fırlattı ve bağırdı.
"Bu hayatta gördüğüm en kötü ev ödevi.. Bu rezil şeyi okumak zorunda kalmak benim talihsizliğim olmalı. Bir ödevde bu kadar çok yanlış olur mu?. Bir insan tek başına bu kadar hatayı nasıl yapar?."
"Tek başıma yapmadım Öğretmenim" dedi Temel.. "Babamla ikimiz yaptık..."
Sevdiğim Laflar
"Kırıldıkça değişirsin. Değiştikçe güçlenirsin. Güçlendikçe umursamazsın. Onlara teşekkür et."
Natsume Söseki (Japon Edebiyatçı, düşünür)