Mülkiye günlerimizde Çetin Ağabey (Altan) biz solcu gençlerin idolüydü. Onu günü gününe okumayanlar nerdeyse ayıplanırdı. Çünkü her yazısı değil, her satırı, her kelimesi konuşulur, okumayan fransız kalma ayıbını yaşardı..
Öylesi..
26 Nisan 1960 günü öğleye doğru kantine gazeteler geldi.
O zamanlar İstanbul gazeteleri Ankara'ya uçakla ve öğleye doğru gelirlerdi. O yüzden Ankara'nın yerel gazeteleri yaşama imkanı bulurlardı zaten.. Zafer (DP/ Demokrat Parti), Ulus (CHP), bizim Yeni Gün (DP'den ayrılanların kurduğu Hür P/ Hürriyet Partisi) ve Kudret (CKMP/ Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi) organıydılar.
Bir kaç masa Milliyet'leri kaptık ve tabii hemen 2. sayfaları açtık.. Tepe'deki "Taş" köşesini okumak için.. Çetin Ağabey'in başlığı oydu..
Açar açmaz da şaştık kaldık. Çetin Ağabey'in köşesi bembeyazdı ve ortasında bir tek satır vardı.
"Bugün canım yazı yazmak istemiyor."
O günleri hem de benim gibi gazeteci olarak yaşayanlar bilirler..
O tek satırlık köşe, Mülkiye'de değil, tüm ülkede efsane oldu. Türk Basın Tarihi'ne geçti..
Çünkü Çetin Ağabey, kitaplar yazılsa anlatılması zor o günleri, aslında 5 kelimeyle, hem de nasıl suratlara çarpmıştı.
Dün sabahki köşemde yaşadığımız acı günlere depreminden, çığlarına, Çin virüsünden Güney'deki şehitlere değinmiş, "Ama gene de güzelliklerin farkına varmalı, görmeli ve yaşamalıyız.. Çünkü geçen ömrümüz.. Bir saniyesini bile geri alamayacağımız, bir daha yaşayamayacağımız kendi hayatımız" demiştim.
"Sezen Aksu'nun son şarkısını dinleyin, cebinizden, tabletinizden, internetinizden" diye de yol göstermiştim.
O gece yatarken, bu sabah yazacağım yazının başlığını koymuştum bile..
"İşte bir muhteşem güzellik daha.." Devlet Tiyatromuzun sahneye koyduğu Friedrich Dürrenmatt'ın en ünlü, aslında onu üne kavuşturan oyunu "Hanımefendi'nin Ziyareti"ni izlemiştim.. Hem de uzun zamandır görmediğim can dostlarım, bir yanımda Gencay Gürün, bir yanımda Cihan Ünal'la.. Nasıl mutlu..
Keyifli.
Oyun bitince kulise koşmuş, yöneten ve başrolü oynayan Can Gürzap dostumuza koşup saldırmıştık, üçümüz..
Eve keyifle döndüm, neşeyle yatağa girdim, yatak odamdaki televizyona dokundum.
"Başakşehir'in Avrupa maçı ne oluyor acaba" diye.. Görüntü geldi. Uzatmaya gitmiş maç, son dakikaları oynanıyor.. Durumlar eşit. Penaltılara gidecek gibi.. Tam o sırada Başakşehir bir gol daha atmaz mı?. Turu da geçmez mi?.
Al sana ballı kaymak..
Başımı yastığa koyarken, attım işte, ertesi sabahki yazımın başlığını..
"İşte bir muhteşem güzellik daha.." Sabah kalktım. Kahvemi koydum. Salona geçtim, "Ne var, ne yok" kanalıma dokundum ki..
"33 şehit.." İdlib'de 33 şehit daha vermişiz. Uçaklar bombalamış bizim çocukları.. Öyle dondum kaldım, ekranın karşısında..
Kafamda bin düşünce dolaşıyor.. Bir türlü toparlayamıyorum.
Neyi düşüneceğim, önümü göremiyorum ki. Yarın neler olacak, göremiyorum ki..
Kahrolmuş ve donmuş bir kafayla, düşüneceğim de yazacağım öyle mi?..
Hâlâ o haldeyim, Sevgili Okurlar..
Hayır. Ben Çetin Ağabey gibi her şeyi beş kelime ile izah etmek için yazmıyorum..
Ben kafamı toplayamadığım için yazamıyorum.
Cuma benim, cumartesi ve pazarın iki günlük yazılarını, hafta sonunuzu keyifle geçirin diye kaleme aldığım gün. Hangi keyif.. Hangi yazı..
Bunları yazabildim ancak, halimi anlatmak için..
Sonra bilgisayarıma daldım.. Orda hazır bekleyen bir iki yazı var..
Onları alacağım.. Pazar günü için de, daha önce de yapmıştım. Bayağı ilgi çekmişti, Ömer Seyfettin'e sığındım..
Mazur görün Sevgili Okurlar.. Bu hafta sonu için bağışlayın..
***
Beşiktaş'ta belediye var, öyle mi?.
Dün BKM'yi anlatırken, kurucusu, Ayfer Atay'dan söz etmiş "40 yıllık Beşiktaşlı Hıncal'ın gördüğü en büyük Beşiktaş Belediye Başkanı" demiştim.
Ayfer Atay, geceleri, esrarkeş ve tinerciler yüzünden girmeye korktuğum, girsem de, tüm duvarları işeme, tüm duvar dipleri de, pisleme yeri olduğu için, leş gibi kokudan iki adımdan fazla adım atamadığım Ortaköy Meydanı'nı, kent mimarı Erhan İşözen kardeşimle el ele vererek, öyle bir elden geçirdi, öyle bir mucize yarattılar ki, Ortaköy İstanbul halkının deniz havası aldığı yer, yerli yabancı tüm turistlerin uğrak noktası oldu. Sahilde çay bahçeleri, içerde sanat galerileri ve sanatçı çalışma mekanları (Bunlar şimdi kalmadı) kafeler, sahaf ve Beşiktaş halkının evlerinde yaptıkları el işlerini sattıkları tezgahlarla harika bir dolaşma ve dinlenme alanı yaratıldı.
Ertekin de gelip tam da nizamiye gibi yerde dükkanını açınca, tüm boş zamanlarımı orada geçirmeye başladım. Öyle ki Ayfer Başkan beni "Fahri Ortaköy Vatandaşı" ilan etti.
Sonra.. Yusuf Namoğlu, İsmail Ünal gibi harika başkanlar geldiler.. Sonra..
Sonrası hazin.. Kılıçdaroğlu "Sana İstanbul'u kazandırırım" diyen Mustafa Sarıgül'e kandı. Onun bütün şartlarını kabul etti. En başta da, CHP'nin kalesi ilçelere, kendi adamlarını yerleştirmesine "Peki" dedi. Sarıgül kazanamadı ama, işte Beşiktaş'a, hakkında soruşturma açılıp görevden alınan adam geldi.. Son seçimde de, adını ilk defa duyduğum bir delikanlı.. Ayfer, Yusuf ve İsmail başkanlara göre en şanslı Beşiktaş Başkanı.. Çünkü ilk defa onun zamanında Büyükşehir de, kendi partisinden.. El ele neler yapmazlar?.
Ben de öyle sandım başta..
İmamoğlu'nu da Beylikdüzü'nden tanıyordum.
Beşiktaş'ta neler neler olacak, tahmin ediyordum..
Ne olduğunu yüzüme yediğim tokat gibi gördüm..
Oturup ahkam kesme yerine, bu ayıbı yazmasını, Ayfer Başkan'la Ortaköy'ü yaratan kent mimarı Erhan İşözen'den rica ettim..
Sağolsun.. Kırmadı. Yazdı yolladı..
*
Abdülhamit döneminde, saray ve çevresinin gittikçe artan su ihtiyacını karşılayan Çamlık Tepesi'nde, kaynak suyunun deposu vardı. Balmumcu Caddesi üzerindeki depo, Hamidiye su deposu olarak biliniyordu. Günümüzde bu yere otel yapıldı.
Hamidiye Suyu'nun silahhaneler, dış karakol, kışla, saray ve Ortaköy Meydanı'na kadar dağıtılmasına karar verilmişti.
Su yolu ve dağıtım ağı kuruldu, Hamidiye kaynak suyu birkaç yoldan çevreye dağıtılmaya başlandı.
Ortaköy'de Fransız su şirketinin demir döküm çeşmeleri bulunurdu. Eski fotoğraflarda görülen, biri Rum okulunun önünden Mecidiye Camisi'ne inen yolun başında, bir diğeri de sahile inen Sütçü Ali Sokağı'nın köşesindeydi.
Eski Ortaköy'lüler bu çeşmelere "Saka çeşmesi" derdi.
Bu çeşmeler daha sonraları yerlerinden sökülüp kaldırılmıştı.
Döküm çeşmeyi, Yıldız'daki eski depolarda bulduk. Onardık. 1989 yılında Ortaköy Meydanı'nın restorasyonu yapılırken, bu çeşmeyi de onardık ve Sütçü Ali Sokağı'yla çay kahve bahçelerinin önüne, meydanın ortasına koyduk.
Demir döküm çeşmeyi yapan Fransız şirketi tasarımcıları, üstündeki kemer açıklıklarının arasından damlayarak biriken hazneden, meydanın simgesi güvercinler başta, kuşların su içmesini düşünmüşlerdi.
2020 Ocak ayında meydana giren bir kamyonun çarptığı çeşme kırıldı ve dağıldı. Restorasyonu yapılıp yerine konulması düşünülmeden, belediye tarafından kaldırıldı.
Yerine; oranları yanlış, süsleri arabesk, çakma bir çeşme kondu.
Ortaköy Meydanı'nın açılışında halkın ilgisini gören o zarif, antik ve tarihi çeşmenin yerini, bir döküm firması tarafından taklit olarak üretilmiş; oranları uyumsuz, üzerindeki tuğrası taklit, kemerli süslemeli alnı değiştirilmiş çakma çeşme aldı.
Zamanında Fransız şirketinin yaptırdığı, bugün az sayıda kalan eski Hamidiye çeşmelerini şimdi, Yıldız Bahçesi'nin porselen fabrikasının karşısında, Galatasaray Lisesi'nin bahçesinde, Göztepe Tütüncü Mehmet Efendi Caddesi'nin başında görebilirsiniz..
***
Tebessüm
Çıplaklar kampında da, müzik eşliğinde, yavaş yavaş giyinmek tahrik edici olur mu acaba? (Utku'ya teşekkürler..)
Sevdiğim Laflar
"Bir kelime kararını,
Bir duygu hayatını,
Bir insan seni değiştirebilir."
Konfüçyüs