1957 yılında gazeteciliğe M. Ali Ağabey (Kışlalı) tarafından emrivaki ile başlatıldığımda gazeteciliğin "g"sini bilmiyordum.
Genel Yayın Müdürümüz, Bab-ı Ali'nin en önemli gazeteci/ yazarlarından Cihat Baban'dan ilk öğrendiğim şey "Köpek insanı ısırırsa haber değildir. İnsan köpeği ısırırsa haberdir" ilkesi oldu.
Bu sayede duyduğumuz her şeyin haber olmadığını öğrendik. Seçici olmak ve farklı şeyler bulmak zorundaydım.
"İnsanın köpeği ısırması" sloganı şaşmaz bir ölçü oldu bana..
Bugün, hâlâ bu kural geçerli mi?.
Hayır!. Değil!.
Bugün durum, nerdeyse tam tersi..
Köpeğin insanı ısırması, her gün, ama her gün birinci sayfadan manşetlerde.. Kırk yılın bir başı, insanın köpeği ısırması ise nerdeyse haber bile değil artık..
Örnek..
Dün sabah gazetem, yaydım kahve masama.. Okuya okuya geldim benim sayfaya. Son sütun, yukardan aşağı incecik habere ayrılmış..
Kısa kısa haberler sıralanmış. En altlarda tek sütun bir haber var..
"Nişanı atmak isteyince, ormanda boğazını kesti!" İki nişanlı ormana gitmişler.
Biri nişanı atmak istediğinde, öteki yanında getirdiği bıçağı çekmiş.. Nişanlısını 8 yerinden bıçaklamış.. Bakmış hala ölmüyor, yerde çırpınan nişanlısının boğazını koyun keser gibi kesmiş ve öldürmüş.
Şimdi önemli ayrıntıya geliyorum..
Ormana bıçakla gelen, nişanlısını 8 kez bıçakladıktan sonra, ölmediğini görünce koyun gibi boğazlayan var ya.. O kadın..
"Ben nişanı atmak istiyorum" dediği için vahşice öldürülen de erkek!.
Yani nurlar içinde yatsın, tam da Cihat Baban'ın dediği, insanın köpeği ısırması durumu.. Manşetlik haber değil mi, gazetecilik açısından..
Artık değil. O eskidendi.
Günümüzde mesleğin, köpekle, insanla alakası yok..
Varsa yoksa, sosyal medya.. Her şeyi, herkesi, her kurumu sosyal medya yönetiyor.
Öyle olduğu için, ülkemizde ben bildim bileli var olan "Kadına şiddet" her defasında birinci sayfadan manşet.. Tersi, "Erkeğe şiddet" ise haber bile değil.
Çünkü sosyal medya sadece "Kadına şiddet"le ilgileniyor.
Şiddetin aslında "Güçlünün güçsüze" yani "Gücü, gücü yetene" uygulandığının farkına varılmaz görünüyor..
Sadece gazeteler mi böyle?.
Hayır!. Sık sık şahit oluyoruz.. Yargı bile sosyal medyanın elinde..
Savcı serbest bırakıyor. Sosyal medyada bir linç.. Ertesi gün gene tutuklama kararı çıkıyor..
Genişletin istediğiniz kadar..
Ülkede hemen her kurumu sosyal medyanın yönettiğini göreceksiniz..
Keşke iş "Fikir özgürlüğü" olsa.. Keşke "Cep telefonları sayesinde bugüne dek sesi duyulmaz olan geniş kitleler fikirlerini duyurmaya, etkili olmaya başladılar. Bu ne güzel demokrasi işte" diyebilsem..
Ama diyemiyorum..
Çünkü sosyal medya trollerin, linççilerin elinde..
Bir "trol" bir "linççi" diktasına doğru hızla akıyoruz gibime geliyor..
İnşallah yanılıyorumdur!.
***
"Yayıncı Kuruluş" ve "TRT!.."
Ali Koç nam adam dedesi Vehbi Koç'un ne derece haklı olduğunu kanıtlamak için elinden geleni yapıyor.. Vehbi Bey, "Hobi olarak ne isterseniz yapın ama, spor işlerinde başkan olmayın. Soyadınıza ve Koç Kurumu'na zarar verirsiniz" derdi. Kaç sohbetimizde bana izah etti sebebini. Haklıydı.
İşte Ali Koç'un, Fener Başkanı Torun Ali Koç'un hali pür melali..
Şeref Tribününden kendisini protesto eden Fenerli taraftarın üzerine atlıyor, Cüneyt Arkın gibi.
Bu nasıl bir gözü dönme, kendini kaybetmedir?.
Görüntüleri sosyal medyada izledim.. Bu gözü dönmüşlük Koç adına yakışır mı?.
Koç Holding hisse senedim olsa, derhal satardım.. "Bu adama güvenilmez" diye..
Yüksel Aytuğ kardeşim, Yayıncı Kuruluş BeIN'e giydirmiş.
"Sen 25 kamera ile ordayken, gündem yaratan Ali Koç/ Cüneyt Arkın görüntülerini, cep telefonları sayesinde sosyal medyada izliyoruz, ayıp değil mi" diye..
Yayıncı kuruluşta ayıp mı kaldı Yüksel?.
Bir defa başkanların dokunulmazlığı var.. Fener altı atarken, Fener Başkanının yanında oturan Özhan Canaydın'ın tam sportmen alkışlarını izledik biz, Yayıncı Kuruluş habercilik yapardı o zaman.O görüntü de haberdi çünkü.. Hâlâ konuşulan haber..
Şimdi Başkanları maç sırasında gören var mı?. Görünmez bir sansür uyguluyor BeIN denen ve biz müşterilerini kandıran ve soyan kuruluş..
Gol olunca, saha içinde ve tribünlerde olan her şeyi görüyoruz, ama Şeref Tribünü yasak..
Sansürlü orası..
Defolun gidin ülkemden..
Gidin de, paramızı hak edecekler gelsin..
*
Bu arada.. "Halkın haber alma hakkına saygı" ilkesi, yasası ve anayasası ile kurulan ve "Tarafsız olsun, özel TV'lerde reyting yarışlarına girmesin" diye 81 milyonun vergileri ile beslenen TRT ne yapıyor?.
Özel TV'lerle sidik, pardon reyting yarışı..
Rıdvan'ı dinleme gereği görmeyince TRT'ye geçtim. "Maç sonrası canlı yayın yaparlar mı" diye.. Ali Koç'u merak ediyorum.
"BeIN'den hayır gelmez, ama TRT belki stat dışında yakalar" diye.
Yanılmamışım.. TRT'nin spor sunucusu anons etti..
"Maçtan sonra Fener Başkanı Ali Koç, protokol tribününden kendisini protesto eden taraftarların üzerine atladı.
Elimizde görüntüler var.
Size sunacağız." Yahu televizyon en hızlı habercilik demek. Elinde görüntü de var, hemen yayına koysana, benim vergilerimle maaş alan ve beyler gibi yaşayan adam.. Hemen yayınlasana..
Ne gezer.. Bekledim, bekledim, sonunda yattım. Anons edip milleti sabaha kadar ekran başında tutacaklar ki, kahrolası reytingleri düşmesin!.
TRT Genel Müdürlüğü, basın bürosu.. Pazar gecesi saat 21.00'den beri elinizde olan o görüntüleri kaçta yayınladığınızı bana yazı ile bildirir misiniz?.
Sizden cevap alamazsam, Cumhurbaşkanlığına soru hakkımı kullanacağım, bilesiniz.
***
Sen de mi Mustafa Hocam!..
Mustafa Denizli, futbol bilgisine ve maç okumasına en güvendiğim insanların başında gelir.. Listemin başında Can Bartu vardı. Onu kaybettik. Bir diğeri Rıdvan Dilmen'in duygusal, hatta keseri kendine yontar gibi yorumlar yapmaya başladığını hissedince, eskisi kadar izlemez oldum..
Bir Mustafa Denizli kaldı.
Hem de Hürriyet gibi, hem kağıtta, hem internette çok okunan bir yayın organında yazıyor..
Çok önemli..
Ama ne yazık ki, Mustafa Hocam da artık düşündüklerini söylemiyor, ya da söyleyemiyor.
Fener- Galatasaray maçından önce de, sonra da yazdıklarını okudum..
"Ne şiş yansın, ne kebap" havasında laflar.. Çok şey söyler gibi olup, hiçbir şey söylemeden sütun doldursan, böyle olur ancak..
Fener- Galatasaray maçından sonra "Mustafa Denizli'nin söyledikleri" gündemin başına oturmalıydı.
Hiç bir yerde, okulda, işte, mahallede, kahvede, insanların toplandığı herhangi bir yerde "Okudun mu, duydun mu, Mustafa Denizli ne demiş" diye bir laf kulağınıza takıldı mı?.
Hürriyet'te nerdeyse yarım sayfa.. Ama hepsi oku, unut laflar!.
Hocam, bilmiyorum, mesleki bir takım hesaplar içinde, kimseyi kırmamaya, gücendirmemeye mi dikkat ediyorsun?.
Öyleyse yazma, konuşma..
Dünyanın en kötü sansürü, "otosansür"dür.
Bunu aklından çıkarma..
Beyninin bir tarafının düşündüklerini söylemeni, öbür tarafı engelliyorsa, o zaman sus!.
Haksızlık mı ediyorum?. Ağır mı konuşuyorum, benim sevgili dostum, can kardeşim?. Haksızlık mı ediyorum..
O zaman, cevap ver bana..
20 senelik seriyi sona erdiren o tarihi derbiyi eleştiren o koskoca yazında "Fatih Terim" adının bir kere bile geçmeyişi neden, ha?.
Neden?.
***
...ve de RTÜK!..
Pazar günü maç saati yaklaştıkça bizim ev de kalabalıklaşmaya başladı. BeIN doğru dürüst, akılda kalıcı, izletici hiçbir şey yapmıyor..
Birileri konuşuyor ama kimse dinlemiyor, bakıyorum, ben dahil..
Ara ara tekrar eden bir reklam dikkatimi çekti..
Saat altı civarı.. Maç meraklısı olsun olmasın bütün çocuklar ekran başında. Yani aile izleme saatinde durmadan dönen reklam..
Adam masada uzun makarna şeritlerini dondurma yalar gibi ağzına atıyor. Karşısındaki kız, ona ağzının suları akarak bakıyor ve reklamın sloganı biniyor..
"Birlikte başla.. Birlikte bitir. Extreme zevki birlikte bitir. Durex." Şimdi RTÜK Başkanı ve tüm üyelerine soruyorum.
O saatte 10-12 yaşındaki oğlunuz veya kızınızla ekran başındasınız..
Çocuk size soruyor..
"Durex ne demek?. Ne zevkinden söz ediyor bu baba?." O saatte, prezervatif reklamı serbest.. Kovboy filminde sigara içen adamın suratına buzlama..
Siz milletle alay etmek için mi, Meclis'ten seçilip oraya geliyorsunuz, Beyler?.
Toplantılara birlikte başlayıp, birlikte kararlar alıp, birlikte mi bitiriyorsunuz ha?.
BeIN imtiyazlı kuruluş mu, ha?.
***
Sevdiğim Laflar
"En güvendiğin insanların bir yanılgıdan ibaret olduğunu anlayınca, Köşene çekilirsin..." Charles Bukowski
Tebessüm
- Erkekler niçin evlenir?.
- Kadın gördükçe karınlarını içeri çekmemek için!.