Türkiye çölün ortasındaki vahaya döndü.. Virüs çölü.. Koronavirüs, Antarktika hariç dünyanın bütün kıtalarında, bütün Avrupa'da ve tüm komşularımızda var..
Depremler günlük olay oldu sanki.. Bir doğu sallanıyor, bir batı..
Çığlar düşüyor, seller basıyor.. Ölümler..Ölümler.. Ölümler..
Güney sınırlarımız nerdeyse boydan boya bir savaş yaşıyor..
Şehitler.. Cenazeler..
..Ve memleket içinde, sinemasından, sanatına, spordan siyasetine bölünmüşlük. Kutuplaşma ve kavgalar..
Böyle bir ortamda, güzelliklerden söz etmek, neşeli olmak hayatın tadını çıkarmak zor.. Ama yapmalıyız.. O yolları, "Yolumuzu" aramalıyız..
Hayat geçiyor çünkü.. Bizim hayatımız geçen.. Hepimizin hayatı..
Kaybettiğimiz her şeyi, şu veya bu şekilde geri getirebiliriz.. Zaman hariç..
Geçen "1" saniyenizi geri getirin bakalım?.
Bu köşeyi elimden geldiği kadar "Güzellikler, hoşluklar"ı yazmak için kullanmam bu sebepten..
Kimse "Şimdi zamanı mı" demesin.. Asıl şimdi zamanı, güzellikleri görmenin.. Hissetmenin, yaşamanın.. Asıl şimdi zamanı, ne zaman, nasıl biteceğini bilemediğimiz hayatımıza, bir lahza, bir nebze, bir an güzellik katmanın..
Öyleyse, sizce de, hemen şimdi dediklerimi yapın, eğer cep telefonu, tablet veya internetiniz, yani You Tube ya da Google ulaşımınız varsa..
Tıklayın.. ve yazın..
"Sezen Aksu Ben de yoluma giderim" Görüntüye işte gördüğünüz sokak talebası gelecek.
Üzerinde "Sezen Aksu Ben de yoluma giderim" yazan..
İşte güzellik, işte mutluluk yolu o.. Tıklayın ve o yola girin..
Sezen'i duyacaksınız... Harika o Sezen..
Muhteşem o Sezen.. Yıllardan, yollardan sonra, nihayet geri dönen, insanı çarpan sesleri, avcuna alan müziği ve olağanüstü yorumu ile, "Sen ağlama" (1985), "Ben kimseden gidemem gitmem" (2005) den beri hasret kaldığımız, özlediğimiz, açlığını çektiğimiz Sezen..
İnanın benim gibi yapacaksınız.. Bitmesin isteyeceksiniz.. Bitince bir daha, bir daha dinleyeceksiniz ve başlayacaksınız, üzerindeki "İlet" işaretini tıklayarak sevdiklerinize ve Sezen'i sevenlere göndermeye.. Kaç kişiye gönderdim, sayamadım.
Hepsinden cevap gelmesini bekledim, bu satırların başına oturmadan..
"Ben fazla heyecanlanmış olabilirim...
Gerçekten insanı kalbinden ve beyninden vuruyor mu bu şarkı?" diye sorguladım aslında da, onun için bekledim..
Geldi.. Hepsi geldi.. Herkes bitmiş.. Bayılmış..
İşte bir tanesi..
"Harika şarkı.. Harika klip.. 'Yoluna gidenler, kendini ezdirmeyen ama gönlünü de gezdirmeyenler kulübü kuralım' vakit kaybetmeden!." Gerçekten böyle bir kulübe ihtiyacı var, ülkemin ve insanımın?. Nerde, nasıl, hangi etnik yapıda, hangi inançta, hangi görüşte, fikirde olursa olsun benim insanımın, "Yoluna giden.. Kendini ezdirmeyen..
Gönlünü de gezdirmeyen" ortak paydasına birleşmeye ihtiyacı var.. Marşımız da hazır..
"Peki nasıl istersen öyle olsun
Tutamam tutamam gideni
Belli ki kırmak istemiyorsun kalbimi
Kıyamam, bir de kıyamam iyi mi?
Giden gitmiştir zaten
Kesemem kesemem yolunu
Hani satın alınan sevgiye alıştırılmış
Bir çocuğun her oyuncağa çabucak doyumu
Ben de yoluma giderim
Ezdirmem kendimi
Ama gezdirmem de gönlümü
Gider acımı çekerim
Beni özle isterim beni çok özle Üzül üzül bir süre
En azından ince bir kabuk bağlasın
Azıcık eşitlik sağlasın."
Sezen harika sözler yapmış.. Her satırı felsefe.. Besteyi notalara boğmamış.. Öylesine sade.. Ve yorumu.. Sözler beyinden giriyor ve o yumuşacık sesiyle kalbe akıyor..
Ne güzel yol bulmuş Sezen.. Aslında Sezen'in, Minik Serçe Sezen'in yolu buydu, ta en başında.. O yola yıllar sonra yeniden girmiş işte..
Dilerim "TEK YÖN" levhasını da koyar, o yola artık!.
***
ve 100 milyonu geçen seyirci!..
2001'de, ilk filmini vizyona sokmuştu BKM, yani Beşiktaş Kültür Merkezi! Beşiktaş'ın benim yaşadığım 40 yılı içindeki en ama en büyük belediye başkanı Ayfer Atay, Çarşı içindeki eski, hurda sinemayı onarmış ve BKM yapmıştı işte..
Beni de kolumdan tuttu. Gittik, kurdela keserken BKM'yi işletecek iki genç, sonradan iki ezeli, ebedi dostla tanıştırdı beni.. Yılmaz Erdoğan ve Necati Akpınar..
İşe sahneyle girdiler. 5 yıl sonra sinemaya da başladılar..
Vizontele..
Yılmaz Erdoğan'ın yazar, yönetmen ve oyuncu olarak dehası harika filmler ortaya çıkarıyordu ama, çok pahalı filmler yapıyordu, "Sanatçı" Yılmaz.. Zerre ödün vermeden..
Mesela, benim için efsane, benim için gelmiş geçmiş en güzel Türk filmi; Kelebeğin Rüyası.
1940'ların Zonguldak'ında geçiyor ve hemen her harici sahne için, o yılın Zonguldak'ında bir yer, binalar, sokaklar, caddeler dekor olarak inşa ediliyordu..
Necati, bir çekim öncesi senaryoyu incelerken, filmin kahramanının sokakta bisikletle gezdiğini okudu. Sahnede diyalog falan da yoktu..
"Yahu Yılmaz" dedi.. "Bu adam, Zonguldak sokağında değil, kırsalında tarlalar arasında bisiklete binse olmaz mı?. O zaman bedava çekeriz..
Ama sokak için, baştan sonra sokak dekoru inşa etmemiz gerek. Tonla para.." Yılmaz, dinlemedi bile.. O sokak kuruldu..
Yılmaz'ın her dediği, maliyete bakılmadan yapıldı ve Kelebeğin Rüyası efsane film oldu.. Gişe rekoru da kırdı ama büyük maliyeti yüzünden beş kuruş kazanmadı..
O zaman Necati'nin yapımcı dehası devreye girdi işte..
Yılmaz bu harika filmlerini keyfince çekecek, Necati de gişe yapan komedi filmleri yaptırarak, Yılmaz'a finans sağlayacak ve BKM'yi yaşatacaktı.
..Ve BKM'nin unutulmaz Yılmaz filmleri ve Necati komedileri gelmeye başladı..
Vizontele Tuuba.. G.O.R.A, Organize İşler, Hokkabaz, Kelebeğin Rüyası, Eyvah Eyvah, Deliha, Düğün Dernek, Aile Arasında, Yol Arkadaşım..
..ve BKM 25, BKM Sinema 20 yaşındayken, 62'inci film, "Bayi Toplantısı" geçen hafta vizyona girdi ve, ilk haftasında BKM Sinema, 100 milyonuncu izleyiciye ulaştı..
20 yılda 62 film ve 100 milyon seyirci..
Film başına ortalama 1 milyon 632 bin 405 izleyici demek bu..
Her şeyin başında, doğru dürüst yolu bile olmayan, Çarşı içindeki o köhne sinemanın geleceğini ve iki gencecik insandaki dehayı keşfeden ve onlara inanan Ayfer Başkanım var..
Sinemayı, kültürü ve sanatı çok seven ve hep yazan bir 60 yıllık gazeteci olarak Başkan'a, Yılmaz'a ve Necati'ye seyirci başına "1" teşekkürüm bile az olacak!.
***
Ayni "Polis Amcalar" mı?.
Gazeteci, dostum, kardeşim Özay Şendir 8 yaşındaki kızını Fener- Real Madrid basket maçına götürmek istemiş. Fena halde sevinen ve heyecanlanan küçük kız, oturmuş bir pankarta bunları çizmiş.
Kapıda "Polis Amca" durdurmuş onları.. "Bunu içeri sokamazsınız" demiş..
Özay, Milliyet'teki köşesinde "Kızıma, sorunun onun masum sevgisi, ya da emeğinde olmadığını nasıl anlatırım" diyor..
Kızını maça götürdüğüne pişman olmuş..
Ah Özay ah!.
Ülkeni tanıyamamışsın hala..
Bu memleketin polis amcaları ne yazık ki, ne zamandır böyle.. İşte örnek..
Ayni Fener'in, bu defa futbol maçında ayni polis amcalar, o küçük kızın avuç içi kadar küçücük ve masum emeği değil, tam tersine kapalı tribünü boydan boya kaplayan ve "Kin.. Öfke ve Nefret" çağrısı yapan bu rezil, bu iğrenç pankartın içeri girmesine, asılmasına ve maçı izleyen Spor
Bakanı'nın oturduğu Şeref Tribünü tam karşısında maç boyu asılı kalmasına izin verdiler..
Futbolda şiddeti önlemek için çıkarılan 6222 Sayılı Yasa'nın etkili uygulanması için "Özel" atanan savcı da seyirci kaldı üstelik..
İstanbul Emniyet Müdürü, bu yazıyı ve içindeki "Yasak" ve "Serbest" iki pankartın resmine bakıp, görevini yapar, bu "Polis Amcalar" için soruşturma açtırır mı acaba, demiyorum.
Çünkü açtırırsa şaşarım..
Öyle biri olsa adını bilirdim. Bütün İstanbul bilirdi. Şimdi çık Taksim'e 10 kişiye sor bakalım, bilen var mı?.
İstanbul halkı, emniyet müdürü, şube müdürlerinin adını ezber bilirdi, zamanında.. Çünkü onlar görevlerini yapar, çünkü onlar makam odalarında değil, halkın içinde, arasında yaşarlardı...
***
Tabela Konseyi!.
Mehmet Arslan.. Cengiz Semercioğlu.. Güntekin Onay.. Uğur Meleke.. Üçü spor uzmanı 4 büyük gazeteci.. Hürriyet'in her hafta yaptığı Spor Konseyi'nin bu haftaki üyeleri onlardı..
Dördü de "Haftanın Teknik Direktörü" diye Fatih Terim'i seçmişler..
Belhanda, Feghouli kör inadı yüzünden, son haftaların golcüleri Adem ve Emre'yi kenarda oturtup, 6-7 golle kazanabileceği bir maçta, Galatasaray'ı bir kaza golüne kurban olacak hale düşüren ve Muslera'nın harika kurtarışı sayesinde paçayı kurtaran Fatih Terimler, işte ancak bizde, insanların spor değil, "Skor Yazarı" oldukları ülkede alkışlanırlar. O da yetmez ya.. Bir de "Büyük Takım"da olmaları tercih sebebidir.
İşte Mehmet, Cengiz, Güntekin ve Uğur'a bir soru?.
Geçen hafta Malatya- Antalya maçını izlediniz mi?.
30'uncu dakikada durum 1-1 iken, deplasmandaki Antalya, Sinan'ın atılmasıyla 10 kişi kaldı. ve 10 kişilik takım, kalan 60 dakika çekilme, kapanma, kapalı savunma yapma, tek puanın üstüne yatarak futbolu öldürme teşebbüsüne dahi girmedi. Kendi sahasında 11'e 11 oynar gibi, hücum etti. Hep kazanmak için oynadı.. Öyle oynadı ki, maçın bitmesine dakikalar kala savunmaya dönük oyuncusu çıktı yerine santrfor Podolski girdi. Tekrar ediyorum.
Deplasmanda ve on kişi iken, savunma adamı çıktı.
Santrfor girdi.
Sizin Fatih Terim'iniz o sırada santrfor Falcao'yu çıkarıp stoper Ahmet Çalık'ı almakla meşguldü.
Hiçbirinizin aklına gelmedi değil mi, tribündeki ve ekran başındaki seyircinin futbol seyretme hakkı adına, yüreğini, beynini ve spor sevgisini ortaya koyan ve harika bir maç kazanan Tamer Tuna'nın adını yazmak?.
Yoksa geldi de, sosyal medyadan mı korktunuz?.
Yoksa.. Yoksa.. Tenezzül edip, Malatya- Antalya maçını hiç izlemediniz, hiç de okumadınız mı?.
Dostlarım..
Futbolu seviyor ve "Futbol izlemek" istiyorsanız, Antalyaspor'u ve Sumudica'nın yönettiği Gaziantep'i kaçırmayın sakın!.
"Her zaman ve hep futbol" diye oynatan başka hoca yok, ligimizde..
***
SEVDİĞİM LAFLAR
İspanyolca'da "evet" anlamına gelen "si" ile "hayır" anlamına gelen "no" iki harften oluşur, yani ikisi de eşit uzunlukta kelimelerdir. "Evet" demek ne kadar kolaysa "hayır" demek de o kadar kolaydır.. Miguel de Cervantes
TEBESSÜM
Patron gıcır gıcır sıfır kilometre Rols Royce'la gelince "Muhteşem bir araba" dedim. Cevap verdi..
"Eğer canını dişine takarak çalışır, elinden gelenin en mükemmelini yapar, gitmek için mesainin değil, elindeki işin bitmesini beklersen, seneye bir de Ferrari alırım.."