Ekranın başında, Almanya'daki katliam haberini izlerken, babam aklıma geldi.. Bandırma'daki harika çocukluk günlerimizde, hele kışın akşam yemeği sonrası sıcacık odun sobasının başına toplandığımızda bize ne tatlı şeyler anlatır, anlattıklarını zaman zaman, çok meraklı olduğu dizelerle süslerdi..
Mehmet Akif'in satırlarını daha o yaşta ezberlemiştim.
"Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey! Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi? 'Tarih'i 'tekerrür' diye tarif ediyorlar; Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?" (Kıssa:
Küçük Öykü, Hisse: Alınacak ders, Tekerrür: Tekrar etmek) İzlediğim haber bana niye babamı ve Akif'i hatırlattı.. O zaman anlatmaya en başından başlayalım..
*
Birinci Dünya Savaşı'ndan yenik çıkan Almanya'da, Alman İmparatorluğu yıkılmış, yerine Cumhuriyet kurulmuştu, ünlü Weimar Cumhuriyeti..
Ardından 6 kişi yeni bir parti kurdular..
Alman İşçi Partisi (DAP).
Savaşta Alman ordusunda onbaşı rütbeli asker olan Adolf Hitler 1921'de bu partinin başına geçti. Ateşli hitabet kabiliyeti olan Hitler, kısa sürede Almanları etkilemeyi başardı. Partinin adını da değiştirdi.
"Alman Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi (NSDAP)"
Oylarını sürekli artıran NSDAP, 1932' de yüzde 37,4 oy alarak birinci parti oldu.
Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra sürekli siyasal istikrarsızlık yaşayan ülkede bazı milliyetçi önderler, sorunu çözecek tek liderin Hitler olduğuna karar vererek onu desteklemeye başladılar.
Bu liderler, Hitler'i kontrol edebileceklerini düşünüyorlardı. Bu yüzden 1933'te Hitler'e "Şansölye" unvanının verilmesini de sağladılar.
Hitler, atanmasının hemen ardından yapılan seçimlerde partisini gene birinci parti yapmayı başardı.
Şansölye Hitler, nasyonal sosyalizmde, milliyetçiliği sosyalizmle birleştirdi. Almanya'daki yabancı ve özellikle Yahudi sermayeye savaş açtı.
Sosyoekonomik sorunların tek sorumlusu olarak Yahudi toplumunu hedef gösterdi.
Yoksulluğun ve işsizliğinin sebebi ülkedeki Yahudiler olduğuna halkı inandırdı.
Konuşmalarında özellikle işçi sınıfını, dolayısıyla dar gelirli tabakayı etkilemeyi seçiyor, böylece iktidarını daha da güçlendiriyordu.
Sonrası..
İkinci Dünya Savaşı ve Yahudi Soykırımı.. Milyonlarca insanın hayatını kaybetmesi.
Savaştan sonra ağır bir yenilgi alan Almanya'da ekonomi yerle bir olmuş, şehirler harabeye dönmüş, tarım yapacak alan kalmamıştı. Milyonlarca insan açlıktan kırılıyordu.
1948'e kadar ülkeyi Müttefik Kuvvetler kontrol etti.. ABD, Büyük Britanya ve Fransa üçlüsü, Sovyetler Birliği ile anlaşamayınca Almanya, "Doğu ve Batı" diye ikiye bölündü.
1954 yılında Amerika, İngiltere ve Fransa, Batı Almanya'nın işgaline bir yıl içinde son verme kararı alırken, Sovyetler, kontrollerindeki "Doğu"nun "Almanya Demokratik Cumhuriyeti" adıyla bağımsız bir devlet olduğunu açıkladı.
Batı Almanya'daki Federal Cumhuriyet'te bu tarihten itibaren büyük bir temizlik başladı. Nasyonal Sosyalizmi ve Hitler'i hatırlatan her şey ortadan kaldırılıyor, Alman toplumu fikirsel anlamda yeniden yapılandırılmaya çalışılıyordu.
Ancak.. Büyük savaşta, hatta lise öğrencilerine kadar yok olan ülkede, iş çok, genç iş gücü yoktu..
Tek çare vardı.. Ülke dışından işçi getirtmek. Almanya'ya İspanya, Portekiz, İtalya, Yugoslavya, Yunanistan ve Türkiye'den gelen işçilere "Misafir işçi" dendi. Almanlar bu işçileri daha kendi ülkelerindeyken sağlık kontrolünden geçiriyor ve sadece güçlü, sağlıklı olanları kabul ediyordu.
(Sirkeci'den törenlerle uğurlanıp, Münih'te benzer törenlerle karşılanan ilk gurupta, babamın ailesinin kız tarafı da vardı. Naciye Halam, ilk başvuranlardandı.
Gitti. Sonra eşini ve çocuklarını da aldırdı. Şimdi Berlin'de üçüncü kuşak, artık "Alman" olarak büyüyor.) Bu işçiler Almanya'da "Kurtarıcı" muamelesi görüyor, el üstünde tutuluyorlardı.
Bir süre sonra ülkelerine geri dönmeleri beklenen "Misafir" işçilere, gurbet acısına rağmen Alman Markı kazanmak tatlı geldi.
"Bir sene daha kalayım şu evi yaptırayım, altı ay daha kalayım şu dükkanı satın alayım" derken, özellikle Türk işçiler geri dönmek yerine Türkiye'deki ailelerini de taşımaya başladılar.
Ancak ilk geldikleri, törenlerle karşılandıkları "Balayı" dönemi bitmiş, sorunlar başlamıştı. Bu insanların büyük bir çoğunluğu okuma yazma bilmiyordu. Geldikleri ülkede bir büyük şehir bile görmemiş insanlardı.
"Biz işgücü istedik, ancak insanlar geldi!" diyecekti yıllar sonra ünlü bir Alman politikacı.
Ve seksenlerin sonuna gelinip iki Almanya birleştikten sonra, sorunlar daha da ve hızla arttı.
Batı'ya göre çok geri kalmış Doğu'nun baştan aşağı yeniden yapılanması gerekiyordu. Oysa oradaki iş gücünün kalitesizliğinden dolayı özellikle doğuda işsizlik çok büyük bir yükseliş göstermişti.
Yabancılar bu tarafta kolayca iş bulurken, Doğu Alman kökenliler işsiz sürünüyor gibiydiler. Bu yüzden özellikle doğu eyaletlerde olmak üzere yavaş yavaş yabancı düşmanlığı yüksek sesle dile getirilmeye başlandı.
Bu dönemde Federal Parlamento'daki partilerin, dolayısıyla hükümetlerin sorunu iyi yönetemedikleri ve çözüme yönelik önemli adım atamadıkları görüldü.
Bir kaç kentte yabancılara yönelik örgütlü saldırılar başladı, iş yerleri bombalandı veya silahla tarandı, ibadet yerleri saldırıya uğradı. Bu olaylarda pek çok yabancı ve özellikle Türk kökenli insan hayatını kaybetti.
Ve..
2013 yılına gelindiğinde AfD (Alternative für Deutschland- Almanya için Alternatif Parti) kuruldu. Başlangıçta hiç kimse, özellikle Federal Parlamento'daki siyasi partiler bu oluşumu dikkate almadı.
Oysa AfD kurulduğu yıl katıldığı seçimlerde yüzde 5'lik barajı kılpayı kaçırarak (yüzde 4,7) parlamentoya girememişti.
Göçmen karşıtlığı politikasıyla çıkışa geçen AfD, özellikle Suriye ve diğer İslam ülkelerinden gelen göçmenlere "Hoş geldiniz" diyen iktidar partilerine tepki artınca, hızla yükselişe geçti.
Önce Eyalet Parlementoları'nda, en sonunda Federal Parlamento'da yer almayı başardıkları gibi, bazı eyaletlerde neredeyse birinci parti olacak duruma geldiler.
Bu partinin yükselişiyle yabancı, Yahudi ve İslam karşıtlığı büyük artış gösterdi. Bir sinagoga yapılan saldırıda oradaki ve çevredeki bazı insanlar hayatını kaybetti.
Son zamanlarda aşırı sağcı bir çok hücre açığa çıkarıldı. Bunlara üye olanların (İçlerinde polisler de var) verdiği ifadelerde, "Cami" taranması gibi korkunç katliamların planlandığı ortaya çıktı.
..Ve geldik Hanau'ya!.
Frankfurt'un 20 km kadar doğusunda yer alan yüz bin nüfuslu, sevimli bir kent Hanau. Bir Neo Nazi, hepsi göçmen bir sürü masum insanı katlettikten sonra intihar etti.
Orda yaşayan tanıdıklar şimdi, şöyle diyorlar..
"Almanya'da yaşam göçmenler için gittikçe zorlaşıyor. Federal Almanya Devleti ivedilikle çok ciddi önlemler almazsa, korkarız bu saldırılar sürecek.." Bana anlatılanlara göre, Yeni Naziler, aynen FETÖ'cüler sistemiyle yayılıyor Almanya'da.
Kendilerini asla belli etmeyen, bu yüzden ne zaman nerde oldukları bilinmeyen ama aslında her yerde oldukları kuvvetle tahmin edilen büyük gurup var.. "Gündüz külahlı, gece silahlı" deriz ya hani.. Öyle..
Bugüne dek yaptıkları saldırı ve katliam eylemleri buzdağının görünen kısmı..
Hitler'in asıl cemaati gizli.. Alman halkının içinde gizli..
Aslında bunların büyük bölümünü Alman İstihbaratının tespit ettiğine, buna rağmen hükümetin harekete geçmediğine inanan çok..
Bu durum, bana sorarsanız, atmaca gibi avını bekleyen AfD'ye yarıyor, en çok!...
Bir yandan hızla yayılan yabancı nefreti, bir yandan ülke içinde artan istikrarsızlık ve sıklaşan katliam eylemlerinin yarattığı huzursuzluk..
Şimdi oturun ve Hitler'i yaratan ortamı hatırlayın..
...ve sakın ola "Olmaz!.. Olmaz!." demeyin..
Bu dünya neler gördü.. Hele de Almanya..
Başa dönelim mi?.
"Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey! Beş bin senelik kıssa, yarım hisse mi verdi? 'Tarih'i 'tekerrür' diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?"
***
Tam Bakırköylük eylem!..
Okur Semih Dizdar'ın yazdıklarına inanamadım.. Okuyun bakalım, siz inanacak mısınız?.
Okursa eğer, İmamoğlu Başkan inanır mı, ya da!..
*
Gazetecilere biraz uzak kaldığı için Bakırköy'den pek söz eden olmaz bilirim. O zaman ben bilgilendireyim sizi.*
İşte yazdık, Semih Bey.. Dilerim Bakırköy Belediye Başkanı da, İmamoğlu Başkan da bir açıklama yollarlar..
***
Yaşlılık!..
Sevgili dost, Begüm Karamahmutoğlu göndermiş,"UNESCO"nun yaptığı "Yaşlılık" tanımını..
Bakın şöyle..
"Bir insan konfor alanının dışına çıkamıyorsa, Yeni şeyler öğrenmiyorsa, şaşırmıyorsa ve çoğu şeyi bildiğini düşünüyorsa, Merak etmiyorsa, keşfetmiyorsa, Geçmişte, anılarında yaşıyor ve sürekli eskiyi tekrar ediyorsa.." .. yaşlıdır..
"Konfor alanı" dediğimiz şey, evi tabii. Orda oturup bütün gün, akşamı, geceyi, ertesi sabahı bekliyorsa..
Gazete falan okumuyor, televizyonda tesadüfen gördüklerini bile merak etmiyorsa, hayatında anılardan başka şey yoksa" yaşlıdır tabii.
Hatta bana sorarsanız, "Yaşayan ölüdür." "Konfor alanı" denen müebbet hapis mekanını her fırsatta terk edecek, yoksa o fırsatı kendiniz yaratacak, hayatınıza yeni hedefler, gününüze yeni programlar ekleyeceksiniz..
80 yaşından sonra Kuantum Fiziği'ne merak saran, Stephen Hawking'in tüm kitaplarını devirmeye başlayan ben ne kadar gencim görüyorsunuz değil mi?.
Okuduklarıma bakıp "Bu kadar şeye nasıl vakit buluyorsun" diyenlere cevabım "Birinci madde.." Konfor alanım yok benim.. Her fırsatta bir yere gidiyorum. Her fırsatta bir şey yapıyorum!.
Hadi atın elinizden şu anda okuduğunuz gazeteyi, ya da telefonu..
Doğru dışarı.. Orda sizi bekleyen bir "Dünya" var.. Dünya kadar da şey, yapacak!.
***
Sevdiğim Laflar
"Hangi günü gördük akşam olmamış, hangi insanı gördük yara almamış.."
Yaşar Kemal
Tebessüm
Ailemi tatil için Maldivler'e gönderdim. Orda hepsi için bir şeyler var. Çocuklar için kumsal.. Karım için güneş.. Kaynanam için köpek balıkları..