Dün sabah bizim gazetenin spor sayfasını açınca "Pes" dedim..
İçerde benim köşemde en tepede kocaman bir başlık vardı..
"Fenerbahçe sözcüsünden Belhanda önerisi" diye.. "Fener sözcüsü" diye anlata geldiğim Hürriyetspor'un bir haberinden söz ediyordum..
"Fatih Terim, sakat Lemina'nın yerine 3 B planı yapmış. Birisi Belhanda'yı ilk 11'de sahaya çıkarmak.." Hürriyetspor'un amacının, bu haberle Galatasaray'ı karıştırmak, ortaya Belhanda zarfı atıp, ilk 11'de sahaya çıkmasına çanak tutmak, böylece derbide Galatasaray'ın 10, Fener'in 12 kişi oynamasını sağlamak olduğunu falan söylüyordum.
Benim köşeden dört beş sayfa çevirince, karşıma çıkan bizim sporun haberine bakın..
"A Planı Belhanda.." Bizimkinde imza falan yok. Belli haberi bir gün evvelki Hürriyet'ten almışlar. Ama "B Planı"nı "A Planı" diye kesinleştirmişler ki, bizimki "Özel(!)" olsun..
Yani bu ülkede hala spor yazmak, hâlâ spor okumak nasıl mümkün olur diye düşündüm..
Sabah ve Hürriyet..
En büyüklerden ikisi..
En büyük spor servisleri bu ikisinde.. Ve yazdıklarına bakın.. Sonra oturup, "derbi analizi" yazın da millet "okusun" diye bekleyin..
Olacak şey değil..
Fatih Terim'in ilk 11'de Belhanda ile başlaması ne demektir bilir misiniz?.
"Ben Galatasaray'ı değil Belhanda'yı seviyorum. Ben yıllardır uğraşıp bir türlü kazanamadığım Belhanda'yı kazanmak istiyorum.
Galatasaray'ın kazanması umurumda değil. Belhanda'ma bin Galatasaray feda olsun" diye düşünüyor demektir..
Asla ve asla başka şey değil..
Galatasaray, Hürriyet ve de Sabah sporların temenni ettiği gibi Belhanda ile sahaya çıkarsa, bu artık "Fatih'in Belhanda inadı" olmaktan çıkar "Fatih'in Belhanda tutkusu"na dönüşür..
Mümkün mü?. Fatih Terim bu olabilir mi?.
Olursa?.
Bakın "Belhanda" haberleri şimdiden amaca ulaştı bile..
Hıncal Uluç'a bu yazıyı yazdırıyorlarsa, Galatasaray'ın içinde, Florya'da, tribünlerde, yurdun dört bir yanında ne fırtınalar estiriyorlar anlayın..
Hayır..
Artık analiz, manaliz yazmam..
Biraz sonra çıkıp atv stüdyolarına "Kale Arkası" çekimlerine gideceğim.
Orda konuşurum. Meraklısı da zaten dün gece dinlemiş olur.
Ortam beni siyaset yazmaktan nefret ettirdi. Spordan da vazgeçeceğim bu gidişle..
Kusura bakmayın, Sevgili okurlar..
Size vaadettiğim yazıyı bu öfke içinde yazmam mümkün olamadı.
Affedin ne olur!.
***
Selam Şarık Ağabey!..
Ne zaman Enka tesislerine gitsem, oradan Şarık Ağabey'e bir selam sarkıtır, teşekkür eder ve ruhuna Fatiha okuyarak ayrılırım..
Bu ülkeden kazandıklarının büyük bölümünü bu ülke insanına, spor, sanat ve eğitim olarak geri veren "adam"dır Şarık Ağabey..
Şarık Tara..
Salı akşamı Ayazağa Enka Tesisleri İbrahim Betil Salonu'nda Borusan Kuarteti, keyifle, coşkuyla, neşeyle izleyip çıkanlar arasındayken gene andım onu..
Borusan Kuarteti, Esen, Çağ, Efdal ve Özgür'ü de ne kadar özlemişim..
Önce Borodin seslendirdiler.. Yaylı Çalgılar Dörtlüsü... Rus halk ezgilerini hele benim gibi sevdiniz mi, kaynağını bu ezgilerden alan Borodin'e de bayılırsınız zaten..
Ustanın Poloveç Dansları'nı bilmeyen var mı?.
Sonra aralarına dünyaca ünlü klarnet ustası Viyanalı Andreas Ottensamer'i alıp, Mozart'ın Klarnet Beşlisi'ni dile getirdiler..
İlk defa dinliyorum bu beşliyi.. Ama Mozart bu.. İlk dinleyişte sevdiriyor adama..
Bitince kulise daldım tabii. "Evlatlar" dediğim, bizim çocuklarla sarmaş dolaş, hasret giderdik..
O ara sana da sarıldım işte, Şarık Ağabey!.
***
"Akademi, ödülüne ihanet etti!."
Oscarları yazarken "Kore filmi Parazit'in seçilmesine Safter ne der acaba" diye sormuştum..
Yıllardır Los Angeles'te yaşayan, köşemizin fahri Hollywood yazarı Safter Yılmaz'dan yanıt geldi.
Usta "Akademi kendi ödülüne ihanet etti" diyor.. İnsanı şoke eden bir yanıt.. Ama devamını okuyunca anlıyorsunuz.
İşte Safter'in maili..
Sevgili Hıncal,
"Parazit'in seçilmesine Safter ne diyecek" diye soruyorsun..
Akademi kendi ödülüne ihanet etti..
1929'da Akademi ödüllerini ortaya atan MGM stüdyosunun unutulmaz Başkanı Louis B.
Mayer, bu ödülleri stüdyosunun filmlerini daha kolay pazarlamak için ortaya atıp kabul ettirmişti..
Yıllarca MGM, Warner Bros ve Fox gibi büyük stüdyolar "En İyi"leri aralarında paylaştılar.
Yabancı filimler Amerikan piyasasına girmeye başlayınca da onlara ayrı bir ödül verdirttiler..
İşte bu yüzden Fellini'nin de Sica'nın, Kurasowa'nın, Bergman'ın, Truffaut'nun ve onun gibi Avrupa ve Asyalı nice yönetmenin unutulmaz filmleri İngilizce olmadığı için sadece "Yabancı Film Ödülü"nü alabildi..
Geçen yılın en iyi filmi "Roma" İspanyolca diye Yabancı Film Ödülü'nü alırken yönetmeni Guaron'a da sanki ses çıkarmasın diye sus payı iki Oscar (yönetmen ve senaryo) verildi..
2020, Akademi ödüllerinde bir devrime şahit oldu..
Bundan böyle "İngilizce değil" diye artık hiç bir film köşeye atılmayacak.
Ancak şimdi de, o devlere, Fellini, Kurasowa, Bergman, Rosselini ve Rene Clair gibi nice Avrupalı, Asyalı efsane yönetmene ve onların unutulmaz filmlerine yazık olmadı mı?
***
İşte "özlenen" sahne!.
Sadece benim değil, bu ülkede hemen herkesin özlediği sahne buydu. Aslında alkışlamak için geç kaldım ama sorun değil.
İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ile Sancaktepe Belediye Başkanı Şeyma Döğücü bir arada..
İmamoğlu CHP'li. Döğücü AK Partili..
İmamoğlu, Sancaktepe'yi ziyaret etmiş. Döğücü onu ağırlamış.
Sonra birlikte ilçeyi gezmişler..
Birlikte ilçe halkını dinlemişler.
İmamoğlu "Sayın Döğücü, İstanbul'un tek kadın belediye başkanı. Bu İstanbulumuz için üzücü bir durum. Bundan her parti sorumlu. Bu sayıyı arttırmalıyız" demiş.
Daha güzeli.. "Her seçilmiş belediye başkanı bizim en büyük yardımcımız, bu kapsamda bir araya gelmeyi, konuşmayı, hiçbir zaman aksatmadan hizmet etmeyi düşünüyoruz" demiş.
Döğücü Başkan'ın yanıtı daha da hoş..
"Bir arada çalışma yöntemini benimsiyor olmanız bizim için büyük avantaj.
Biz de ayni şekilde, belediye başkanı seçildikten sonra herkesin belediye başkanı olmanın uğraşı ve gayreti içindeyiz." Yani oluyor.. İstenirse oluyor.
İlle de kutuplaşma yerine bir araya gelme, kucaklama ve bu millet için el ele çalışma oluyor..
Örnek olmalı.. Her ama herkese örnek olmalı..
Bu millet artık barış, artık sükun, artık huzur istiyor..
***
Sevemedim!.
Yani baş rollerde, sevdiğim dev oyuncular..
Hugh Grant..
Collin Farrel.. Mattehew McConaughey.. Daha kimler kimler.. Yazan ve yöneten de, bu tür gerilimli aksiyon filmlerinin birebir adamı Guy Ritchie..
Nasıl hevesle gittim, Gentlemen'e..
Türkçe ad bile koymamışlar, "Centilmen, her dilde centilmendir" diye olsa gerek..
Dünya esrar piyasasını yöneten bir Amerikalı baron, imparatorluğunu devredip köşesine çekilmeye karar verir.
Bu işlere hem de bu çapta bulaştıktan sonra çekilmek mümkün mü, değil mi onu göreceğiz, diye koştum..
Ama film aksiyondan çok lafa boğulmuş..
Hugh Grant anlatıyor, biz de tam 113 dakika (İki saatten 7 dakika eksik) onu dinliyoruz..
Özetle "Pek sevemedim.." Tavsiye etmek istemem..
Meraklısı kendi karar versin..
***
TEBESSÜM
Anne yeni aldığı vizon kürküne sarılarak aynada kendisine bakarken, genç kızı "Anne" dedi, "Sen o kürkü giyesin diye zavallı aptal yaratık ne işkenceler çekti, hiç düşündün mü?." Annesi aynaya bakarken gülümsedi..
"Baban hakkında öyle konuşma sakın!."
SEVDİĞİM LAFLAR
"Sinirlenince ağlayan insanlar, daha içten ve güvenilirdir."
Sigmund Freud