Dün sabah gazetemi kahve masama serip köşemi açtım.. Tam sayfayı, bol resimle, İstanbul'un Tarihsel İkonları faytonlara ayırmış, yazıyı da başları sıkışınca, hemen "Yasak" kararı veren İstanbul ve İzmir Belediye Başkanları'na "Kalıplarının Adamı Olamayanlar" başlığı ile ithaf etmiştim.
Tam bakarken, cep telefonuma bir mesaj düştü. Sevgili Dostum, Beşiktaş'ın gelmiş geçmiş en iyi belediye başkanı Ayfer Atay'ın sağ kolu, Kent Mimarı Erhan İşözen'den gelmişti.
Erhan ve Ayfer Başkan, geceleri benim bile girmeye korktuğum, leş ve keş yatağı, açık genel tuvalet olduğu için, daracık sokakları kusturası çiş ve affedersiniz, bok kokan Ortaköy Meydanı'nı almışlar ve İstanbul'a gelen tüm yerli ve yabancı turistlerin mutlak uğradığı bir alan haline getirmişlerdi.
Balyan Usta'nın o dünya güzeli Büyük Mecidiye Camisi'ni meydana çıkarmışlardı. Erhan meydanın ortasındaki tarihi çeşmeyi de bulmuş, getirip yerli yerine koymuştu. Denize bakan taraf baştan başa çay bahçeleri yapılmıştı ki, İstanbullu çok ucuza Boğaz manzarasında temiz hava alsın.
Bir yana sahaflar tezgah kurmuştu, öte yana Ortaköy kadınları... O tezgahlarda el işlerini satarlardı.
Ara sokaklarda antikacı dükkanları, sanat galerileri, minik kafeler vardı. Gittim, gördüm ve aşık oldum Ortaköy'e. Hele Ertekin (Işıklar içinde yatsın) o şirin dükkanı açınca çıkmaz oldum.. Yıllarım, yıllarım orda geçti.. Bana "Fahri Ortaköylü nüfus kâğıdı" verdiler.
Öylesine harikalar yaratmıştı Erhan'la Ayfer Başkan..
Erhan'ın kent mimarlığı, bu kentin hemen her noktasında imzası olan Bedrettin Dalan'la başlamıştı. Öyle önemli adamdır..
İşte o, İstanbul'un ve Beşiktaş'ın Kent Mimarı kardeşim bakın ne diyordu:
"Kent tarihini bilmeyenlerin aldığı kararlar, kentin sadece morfolojisini (Biçimini) değiştirmez. Kentin sosyolojik yapısını da hatıralarında yok eder.."
Ne kadar doğru Erhan!. Ne kadar doğru!. Sulukule, İstanbul'da bir 'tarihsel ikon'du. Ne oldu?. Sadece yerleşim yeri değil, o insanlar, o dünya turisti çeken yaşam tarzı da yok oldu gitti..
Karayolları binası.. İstanbul'un ilk gökdeleni olduğu için kentin simgesi olarak Kültür Varlığı ilan edilmişti üstelik..
O binayı çatır çatır yıktılar ve yerine, benim lanetlediğim, lanetlediğim için de önünden bile geçmediğim, adımımı atmadığım Zorlu Center'ı diktiler.. O ayrı yazı konusu olacak acıklı öyküdür.
Çevirdim sayfayı.. Mehmet Barlas'ın yazısı çıktı karşıma.. Bir ünlü fıkra ile girmiş yazıya..
"Evin temizlik işlerini yapan yardımcı kadın, toz alırken şöminenin üzerindeki vazoya çarpmış...
Vazo yere düşmüş ve kırılıp parça parça olmuş.
Gürültüyü duyan evin hanımı salona gelmiş.
Yerde parçaları dağılmış olarak duran vazoyu görünce, temizlikçi kadına bağırmış:
-Neyi kırdığının farkında mısın? Bu vazo tam 300 yıllıktı!..
Bu sözleri duyan temizlikçi kadın gülümsemiş...
Evin hanımına 'Beni rahatlattınız...
Çünkü bunu yeni bir vazo sanıyordum' demiş.
Barlas fıkrayı başka konuya bağlamış aslında, ama ben Ekrem İmamoğlu ve Tunç Soyer'e sorarım o soruyu..
"Neyi kırdığınızın farkında mısınız?."
Gazete bitti. Günaydın ekine geçtim ki, Yüksel Aytuğ'u okudum. 2 Kasım'da "Büyükada'yı pislik götürüyor" diye yazmış..
İşte satırlar..
"İstanbul'un göz bebeği, incisi, güzeller güzeli Büyükada'nın hal-i pür melali perişan vaziyette... Adaya indiğiniz andan itibaren kesif bir at dışkısı ve idrarı kokusu sizi hemen sarıyor. Fayton durağı hemen merkez dışına çıkarılmalı. Ada inanılmaz pis vaziyette. Her yeri ama her yeri... Özellikle ana caddeler at dışkısı içinde. Basmadan geçmek imkansız. Caddeler sanıyorum uzun zamandır yıkanmıyor.
Atların arkasına bağlanan torbalar çok ufak ve yetersiz. Gözlemlerimi ve şikayetlerimi paylaşmak için Ada Belediye Başkanlığı'na gittim. Binada ve üç saat boyunca ada içinde belediye hizmeti adına bir tek yetkili bulamadım.
Belediye burada varlığını hissettirmeli.."
Ne kadar doğru Yüksel'in yazdıkları.. Çünkü Adalar'da Belediye yok.. Kaç yazı okudum, "Hayatında deniz görmemiş, Ada'ya adım atmamış birinden Adalar'a Belediye Başkanı olur mu" diye.. Oluyormuş zahir.. Ama böyle oluyor işte..
Adını bilen var mı içinizde, hem de ülkede "Adalar ve Fayton" kıyameti koparken bile adını bilen var mı?.
Adalar Belediyesi, İmamoğlu'nun partisinden. Yani CHP'li.. Şu satırları yazan da en muhalif gazetenin en muhalif yazarı, sevgili dostum, meslektaşım Bekir Coşkun..
"Koca Türkiye fayton atları ile başa çıkamadı...
Medeni ülkelerde olduğu gibi; hayalini kurduğumuz, pırıl pırıl bakımlı atların, kurdelelerle- balonlarla süslü arabaların, içinde mutlu çocukların olduğu faytonları göremeyeceğiz...
Şimdilik yasakladılar...
81 at itlaf edildi...
Yerine motorlu küçük kamyonetler koyacaklar, sanki şehirde dolmuş yok!...
Artık patates çuvalı gibi oturursunuz arkaya..."
Gazeteye gelirken telefonum çaldı.. Yıllardır Viyana'da yaşayan, dostum, canım, kardeşim Uçal Dalgıç.. Eşi Venüs'le bana "Viyana'da da bir evim var" dedirten Uçal.. Yeni yılımı kutlamak için aramış.. Hemen sordum..
"Yahu Uçal, her Viyana'ya geldiğimde, birlikte Konig Strasse /Kıral Caddesi'nde turladığımız faytonlar ne oldu?."
Soruma şaşırdı Uçal.. "Nasıl ne oldu?. Hepsi duruyor ve her yere gidiyorlar. Gel gene gezelim..."
Fayton, pek çok dünya kenti gibi, Viyana'nın da Tarihsel İkonu... Uçal haklı...
Sorduğum şeye bakın!
Viyanalı'ya "Ne oldu faytonlar" diye aptalca bir soru sorulur mu?
***
Kimse "3 ay yasak" koyan İstanbul Valisi'ni suçlamasın. Ruam korkunç bir hastalık. İnsanlara da bulaşma tehlikesi var. Zor ama var.. Atı itlaf edersin, insanı edemezsin. Karantina kararı almak ve Ada insanı ile atların temasını kesip, kesin raporları beklemek zorundaydı Vali... Görevini yaptı.
Adalar ve İstanbul Belediyesi yıllardır görevinin zerresini yapmadığı, asla denetlemediği ve umursamadığı ve ortaya çıkan felakete sebep olduğu için, Vali, "3 ay yasak" kararı ile aslında İmamoğlu ve Gül'e nefes aldırdı...
Ne yapacaklar, göreceğiz... Tabii sadece onlar değil...
İzmir Belediye Başkanı Tunç Soyer de...
"Kordon boyu faytonlar" türküsünü ıslıkla çalacak mıyım, bir daha, önde oturup atları, denizi ve güneşin batışını izlerken...
***
Nerde peki Pop!..
Hande Yener "Pop müzik öldü" dedi.. Onu tartışıyoruz şimdi.. Sevgili Cengiz (Semercioğlu) "Pop öldüyse bu şarkılar ne" demiş?.
12 şarkılık bir liste yazmış, bir tekini bile bilmiyorum ki, her öğleden sonra 3 saat müzik dinliyorum..
Ben sana sorayım Cengiz o zaman?.
Pop müzik ölmediyse, bugün niye Ajda, Nükhet, Sezen, Nilüfer çıkmıyor?.. Nerde Timur, Cem, Barış, Kayahan, Alpay?. Nerde Ayten Alpman?. Hani yeni Tarkan?
İstanbul'un tek güya gece kulübü Günay, senelerdir, Ferhat Göçer'le idare ediyor.
O yazdığın listende "Sen ağlama" var mı?. "Beni benimle bırak.. Dağlar Dağlar.. Ben gene sana vurgunum, Ayrılanlar için" var mı?. TRT'nin yasaklısı olduğu için yıllardır çalınmayan "Namus Belası" bile hâlâ ezberlerdeyken..
Bizi geç.. Niye dünyada artık bir Frank Sinatra, Nat King Cole, Dean Martin, Yves Montand, Adriano Celentano çıkmıyor?.
Biz dahil dünya insanları mı yeteneksizleşti, yoksa, artık tüketilmiyor, artık alıcısı yok diye, onlar yok da Fifty Centler falan var?.
Oturup uzun uzun düşünmek gerek, tartışmadan önce..
Sadece Pop da değil.. Caz.. Rock.. Soul müzikler ne oldu, Cengiz?.
***
Sıradaki...
Müziksiz yaşamam mümkün değil.. Selamlar olsun, yukarılara.. Büyük Usta Macide Tanır'a.. Üç kere seyrettiğim o oyunu muhteşemdi.. "Müziksiz Evin Çocukları.."
Evde olduğum her saatte müzik vardır. Sabah otomatik radyom TRT Nağme ile uyandırır beni. Dinleyici isteklerini çalarlar. Kahvaltımı yapar salona geçerim. TRT Müzik kanalına tıklar, Ercan'la Caner'i beklerim.
O saatte kanalda Günaydın var. O da dinleyici istekleri..
TRT Nağme'de dinleyiciler, programı telefonla arar, ya da mesaj yazarlar.
Günaydın'da ise, önce enfes bir kent manzaraları başlar.. Mesela Erzincan.. Eskişehir.. Sonra o kentin sokaklarında yürüyen birine sorulur.. "Hangi parçayı istersin?."
Hem TRT Nağme'yi arayanlar, hem de kendilerine uzatılan kameraya konuşanların en çok istedikleri şarkı ne bilir misiniz?.
"Sıradaki parça.." Yahu insanın, sevdiği, istediği bir şarkı olmaz mı?. Mümkün mü?.
Hele TRT Nağme'yi arayıp, yedi sülalesinin adını saydıktan sonra "Sıradaki şarkıyı onlara armağan ediyorum" diyenler..
Yahu dostlar, arkadaşlar, vatandaşlar..
Sizin istediğiniz aslında şarkı falan değil de, adınızın radyoda, görüntünüzün televizyonda geçmesi olmasın sakın?.
Peki TRT bile bile ladese niye alet oluyor?.
Ey TRT Nağme yapımcıları.. Bugünden tezi yok, sıradaki bütün şarkıları, Genel Müdürü'nden başlayarak tüm TRT'cilere armağan ediyorum. Yarın sabahki programınızda, adımı da vererek bunu açıklayın ve keyfinizin istediği "Sıradaki" tüm şarkıları sizler için çalın olur mu?.
***
Yeni moda mı?.
Sabah kahvesi keyiflerimden Mert Vidinli kardeşim "Yeni Moda" demiş..
Beauty Pass/ Güzellik Pasosu için..
Efendim yeni açılan mekânlar, içeriyi güzel ve hoş insanlarla dolu göstermek için, birbirinden güzel ve alımlı, manken ve modellere "Paso" veriyorlarmış. Gelsin, yesin, içsin ve para ödemeden gitsin.
Aslında akıllı karar. Galatasaray, Galatasaray iken, yani bizi Avrupa'da gitmedik ülke, kent bırakmazken, Ertekin'le çıkar ve neresi kalabalıksa, hele "Güzel" kalabalıksa oraya girerdik. Hatta, yandaki dükkan bomboşken biz kuyrukta beklerdik ki, dolu yerde oturalım..
Orda akıllanınca, gördük ve arkadaşımız olan mankenlerden öğrendik ki, kızlar İstanbul'da da bir çok mekana bedava girip, sabaha dek bedava eğleniyorlarmış..
Hatta bizim cimri Ertekin bile bir ara uyguladı, arkadaşı güzellere, Beauty Pass'ı.. Ama üç günde caydı.. "Benim yerim zaten doluyor" diye..
Yani Sevgili Mert, bu yeni moda değil, Los Angeles'tan Sydney'e, asırlık bir dünya uygulaması..
Sade güzel kız değil, yakışıklı, ünlü erkeklere de verilir, yer yer, o paso!.
***
Sevdiğim Laflar
"Olgunlaşmak, hiçbir şeye şaşırmamak demektir." Dostoyevski. (Teşekkürler Venüs)
***
Tebessüm
- Bay D ile Bay F geliyorlardı. Aralarında kim vardı?. - Bay E!.