1980 yılında İstanbul'a taşındıktan sonra üç efsane tanıdım.. Gece hayatının üç efsane adamı.. Üçüyle de çok yakın dost oldum.. Çünkü harika insan, harika dostlardı..
Ertekin.. Tefo ve Günay..
Ertekin ilkiydi. O zaman karşıda bir kulübü vardı.. Bugünün tersine herkes karşıya giderdi, Ertekin'e.. Sonra Levent'e taşındı. Çatı'yı açtı. Rezervasyonsuz yer bulunmaz Çatı'yı.. Ertekin'de eğlenmek adeta mecburiydi. Öylesi..
Tefo'yu Ertekin sayesinde tanıdım.
Benden çok evvel, İstanbul gece hayatına imza atan adamdı o.. Mekanlarının kapısında kuyruk olurdu insanlar..
En son da Günay!.
Üçünün de adları markaydı.. Dükkanlarının ayrı adı vardı ama, kullanılmazdı. Herkes Ertekin'e, Tefo'ya, Günay'a giderdi.
İlk Tefo'yu kaybettik. Geçenlerde Ertekin gitti. Çarşamba sabahı da Günay!.
Harbiye'de askeriyenin tam karşısında yokuş aşağı inen bir sokağın başındaki minnacık hızlı yemek yerinde tanımıştım onu. Ünlüler gelirdi. Yemekler nefisti. Sık sık giderdim..
Yerleri değişe değişe, sonunda Beytam Han'a geldi.. Şişli.. Kapısında simgesi kadeh ve altında "Günay" yazan ve bugün hala öyle duran dükkanı açtı. O zaman gençlik.. Hovarda günlerimiz.
O zaman gece kulüpleri haftada 6 gece açık.. Hemen her gece giderdim. Sahnenin tam karşısında duvar dibinde bar var. Oraya oturur, bira içerek Günay'ın harika şovlarını izlerdim.. Harika solistler, harika müzik.. Sonra gece yarıları Huysuz Virjin gibi dünya çapında bir mizah adamı, eğlendirici gelince, yemeklerin hepsi ayrı lezzet olunca, tiryakiliğim de artmıştı.
İstanbul'da tonla yer vardı ama Günay gibisi yoktu..
Sonra.. İstanbul gece hayatı çöktü.. Hiç kimseler dayanamadı.. Günay yoruldu. Kenara çekildi. Dükkanı devralanlar, haftada iki gece çalışıyordu artık herkes gibi..
Turgay Kıran, sevgili dost, Beşiktaş'taki La Maison otel ve restoranı vardı, Günay'ı orada ağırlamaya başladı.. Sonra Maison da kapanmış, Günay huzur evine taşınmış.. Telefonla konuşurduk ama, hiç söz etmedi. Kulaktan duydum olanları.. Ben de açmadım..
Son zamanlarda hastaydı. Dostlar arıyorlardı. "Durumu ağır" diye..
Sami Türkay dostumuz, doktorlarıyla konuşmuş, aradı. "Hıncal ağbi, doktoru 'Bitiyor' dedi. Ben hastaneye gidiyorum" dedi. "Ben de geliyorum" dedim. Yola çıkıyorum. Sami tekrar aradı. "Ağbi gelme. Ben şimdi hastanedeyim. Yarı komada.. Böyle görmeye dayanamazsın.."
Gitmedim..
Ertesi gün, salı yemeği biterken Sami aradı tekrar.. "Ben şimdi hastanedeyim. Maaşallah fişek gibi" dedi.. Fırladım gittim hastaneye.. İkisi de yakın arkadaşım eski eşleri Ahu ve Sevil de orda..
Odasına girdim. Günay, tabii iğne iplik ama, havası taş gibi.. Yatağına oturmuş, önüne gelene fırça atıyor.. Bana elini uzattı..
"Dokunmak yasak" dedim.. "Elim dezenfektanlı korkma" diye bir fırça da bana..
"Ben profesyonel hastayım" dedim. "Sen hastanedesin. Tabii elin tertemiz olacak. Ama ben dışardan geliyorum. Bu el sana ne getirdi bilen var mı?. Hastaya dokunulmaz. Hatta yaklaşılmaz bile.."
Güldü. Kuş parmaklarımızı dokundurduk. Eski günler.. Anılar.. Yarım saat kaldım.
Çıkarken Sami uğurladı.. "6 sene evvel 'Altı ay ömrü kaldı' demişti doktorlar" dedi.. "Ben yaşama azmi bu kadar güçlü adam görmedim.. Dün ölüydü, bugün şu haline bak. Eski Günay!.. Herkese fırça atıyor.."
Çarşamba öğlen Sami aradı gene..
Hastaneyi aramış, "Geliyorum. Bir şeye ihtiyaç var mı?" demek için.. "Gelme" demişler.. "Bu sabah kaybettik.."
Sami doktoru aramış hemen.. "Yahu dün ne iyiydi" demiş..
Karaciğer başta bütün iç organları iflas etmişti. Dünkü hali "Ölüm canlanmasıydı" demiş doktor..
Ölüm canlanması..
Ya da "Ağaçlar ayakta ölür.."
Günay'a da öyle gitmek yaraşırdı zaten!.
Gözümün önünde, o canlı, o neşeli, o fırça atan hali kalacak hep..
Dostlar sağolsun!.