Üstat Radi Dikici'nin yaşadığımız kent İstanbul'un tarihini, bir roman gibi anlatan yazıları bir yılı tamamladı.
Bu hafta Heraklius devrini anlatmaya devam ederken Patrik Sergius'u tanıtıyor. "Sergius sadece bir din alimi değil, aynı zamanda devlet adamı.
İmparatorluğun önemli yüklerini taşımış.. Bir benzeri asla ne önce, ne de sonra gelmiş. İncelenmeye değer kişiliği var" diyor.. Okuyalım bakalım..
***
Ertesi gün Heraklius, Hazine Bakanı Caecilius'u çağırdı. Hazinenin durumunun kritik olduğunu biliyordu. Özellikle orduların ihtiyacı uzun süredir doğru dürüst karşılanmamıştı. Asker maaşlarının düzenli bir şekilde dağıtılması ise nerdeyse unutulmuştu. Hazine Bakanı durumu anlattı.. "Majesteleri, yaklaşık bir aydır hazinenin durumunu gösterir belgeleri hazırlıyordum. Sonuçta durumun pek parlak olmadığını arz etmek isterim. Eşkiya çetelerinden hazineye intikal eden para, mal ve mülkün değeri yaklaşık 350 bin solidus. Bu bize çok kısa bir nefes sağlıyor. Hesabıma göre, bütün kaynaklarımızı birleştir- diğimizde ise elimizdeki 97 bin kilo altını para olarak basarsak toplam 1.650.000 solidusumuz olacak. Bu parayla beş ordunun, merkezin ve diğer idari birimlerin bir yıllık ihtiyacını karşılayabiliriz.
Konuşmanın gerisi şöyle geldi:
"Ordu ihtiyacı dediniz. Mevcut paradan askerlere maaş da ödenebiliyor mu?"
"Yıllık adam başı bir solidustan fazla ödeme şansımız olamaz. Aksi halde orduların ihtiyaçları karşılanamaz."
"Aynen öyle yapılsın. Yıl ortasında ise her ordunun ihtiyacını tümüyle karşılayacağız ve hatta ek ödeneklerle onları güçlendireceğiz..."
"Ama Majeste, böyle bir şansımız yok ki... "Sen dediklerimi yap. Ben kaynak temin edeceğim. Hatta ordularımızı o derece kuvvetlendireceğim ki, bütün düşmanlarımız bizden korkar hale gelecek..."
Heraklius, Hazine Bakanı çıkınca başmabeyinciyi çağırdı. "Patrik Sergius'a haber gönderin. Kendisini ziyaret edeceğim."
Ayasofya'ya vardığında Patrik Sergius'un kendisini beklediğini gördü.
"Majesteleri bizi ziyaret etmekle büyük şeref bağışladınız..." diye söze başlamıştı ki, Heraklius hemen müdahale etti.
"Patrik hazretleri önce dillere destan bu kutsal mekânı dolaşmak istiyorum. Daha sonra ofisinize geçeriz. Sizinle konuşmak istediğim önemli konular var." Patrik Sergius'la birlikte yürümeye başladılar. İmparatorlar Kapısı'na geldiklerinde Patrik ondan ayrıldı. Çünkü iç ve dış imparatorlar kapısından sadece imparator ve imparatoriçeler girebilirdi. Bu, kilisenin Jüstinyen tarafından ilk ibadete açıldığı 27 Aralık 537 Pazar gününden itibaren uygulanan bir kuralıydı.
İmparator kendisine ait kapıdan, patrik ise hemen yanındaki kapıdan girdiler.
Heraklius o ihtişam karşısında büyülenmişti. Yavaş yavaş yürüyerek kilisenin ortasına kadar geldi ve aniden durdu. Patrik onu bir adım gerisinden takip ediyordu. O da durdu, sonra birkaç adım geri attı. Hissetmişti ki, imparator şimdi sessizlik ve yalnızlık içinde olmalıydı. Çünkü şu an o başka bir âlemdeydi. Bir ruh gibi kutsal emanetlere doğru yürüdü. Tam karşısına gelince diz çöktü. İki elini ağzının üstünde birleştirip başını eğdi. Dakikalarca öylece kaldı. Sonra birden doğruldu. Sanki dünyevi âleme geri dönmüştü ama o esmer yüzü bir başka şekilde aydınlanmıştı.
Sergius, onu sessizce ve saygıyla izliyordu. Patriğin ofisine doğru hiç konuşmadan yürüdüler. Kapıda onları patriğin yardımcıları karşıladı. İçeri girdiler. İmparator için özel hazırlıklar yapılmıştı. Önce taze sıkılmış, soğuk meyve suyu ikram edildi. Bir süre sohbet ettiler.
Heraklius; "Patrik hazretleri biliyorum," dedi, "Bu oldukça gecikmiş bir ziyaret. Özellikle annem ve eşim size selam ve sevgilerini gönderdiler." "Her iki Majesteye de hizmet etmek benim için bir onurdur. Sizi tebrik ederim. İmparatoriçemizin hamile olduğunu duydum. Tahtın varisine kavuşmak bütün ülkeyi mutlu edecektir."
"Teşekkür ederim. Evet patrik hazretleri, konumuza dönersek, hepimizin bildiği gibi ülkemiz son on yılda büyük bir karmaşa yaşadı. Ancak bu huzurun, düzenin devam etmesini sağlamak, bu büyük ülkeyi daha iyi yönetmek için insanlarımızı mutlaka beslemek durumundayız. Ordumuzun da donanımını sağlamak ve güçlendirmek zorundayız. Batıda Avarlar, doğuda ise Persler, onlara karşı koyacak bir güç olmadığı için, imparatorluk sınırlarına istedikleri gibi girip çıkıyor ve her tarafı yağmalıyorlar. Hazine Bakanlığımızın yaptığı çalışmalara göre, büyük miktarda paraya ihtiyacımız var. Bu konuyu sizin gibi çok tecrübeli biriyle görüşmek istedim. Belki bana bazı tavsiyeleriniz olabilir diye düşündüm."
"Majesteleri biliyorsunuz, son iki yüz yıldır kiliselerimize devletimiz tarafından her yıl yapılan bağışlar, şartlar ne olursa olsun aksamadan devam etti. Patrik olur olmaz gerek Konstantinople'da, gerekse bana bağlı bölgelerdeki bütün kiliselerdeki varlıklarımızın bir envanterini çıkarttım.
Daha emniyetli olacağını düşünerek de altın ve gümüşten yapılmış bütün değerli eşyaları, mücevherleri ve altın paraları gizlice kilisemizin altındaki depoya getirttim. İmparator Phokas bunları öğrenseydi hepsini elimizden alırdı. Şükredelim ki yardımcılarım ve bu işte emeği olanlar gizlilik yeminine sadık kaldı. Şimdi açıkçası çok büyük miktarda paramız var. Tam yekununu söylesem, şaşarsınız. Şu kadarını söyleyeyim ki devletin en az beş yıllık ihtiyacını karşılayacak kaynak, biraz garip gelecek ama şimdi durduğunuz yerde, ayaklarınızın altında..."
Heraklius gayri ihtiyari ayaklarına bakınca, her ikisi de gülümsedi.
(Haftaya " Ayakların altına" ineceğiz tabii.. O zamana kadar Ayasofya'yı gezerseniz, siz de ayaklarınıza bakın ve altını düşünün bakalım, ne çıkacak?.)