Birol Güven'den bir mail aldım önce..
Ne demiş?..
"Mandıra Filozofu'nu izlemiş ve bu bir masal diye yazmıştınız. Ben sizin bu yazınızdan etkilenip devam filmini yazdım. Mandıra Filozofu'nu İstanbul'a getirdim. Kendi kendime dedim ki 'Hıncal Bey haklı, Gökova'nın güzel bir koyunda Mandıra Filozofu olmak kolay, sıkıysa bunu İstanbul gibi dev bir metropolde yap'.
'Mandıra Filozofu İstanbul' devam filminde bu sorunun cevabını bulmaya çalıştım. Senaryoya katkınız büyük.."
Oturdum arşivi karıştırdım, buldum.
Ne demişim?.
"Bakın bu film yeni bir şey söylemiyor.
Öyle söylemiyor ki, söylediklerini de zaten, izlerken göreceksiniz, eski söylenenler üzerine kurulu.. Shakespeare, Dostoyevski, Bukowski falan filan.. Ferrari'sini satan adam var ya, onun satmadan öncesi mesela da diyebilirsiniz..
Müfit Can Saçıntı çifte üniversite diplomasını satmış, Çökertme koyuna yerleşmiş. Saatsiz, günsüz, parasız yaşıyor. İneği var, tavukları var, sebzeleri, meyveleri kendi yetiştiriyor.. Bir de küçük sandal, balığını tutuyor.
Rasim Öztekin, İstanbul'da holding patronu. Milyarları var ama kendine saniye vakti yok.
Tüm öykü, Rasim'le Müfit üzerine kurulmuş.. Böyle olunca filmin gişe yapması, Müfit'in rolünde çok usta, çok inandırıcı bir oyuncu, hatta bir tiyatrocu olmasına bağlı. Müfit Can'ın şöhreti de, oyunculuğu da, diksiyonu da, çok inandırıcı olması gereken bu rol için hafif kalıyor..
Ayda Aksel ve Rasim Öztekin harikalar yaratıyorlar, tiplemeleriyle..
Eyvah Eyvah'ın ilk filminde Ata'nın düştüğü hata burda da var. Çökertme köyü filmde yok.. Onu ve köylüleri de filme sokabilselerdi..
Film gene de şirin, hoş vakit geçirilecek bir masal.." Sonra kalktım, Mandıra Filozofu İstanbul'a gittim, gidecek o kadar film varken, Birol Güven'in tahriklerine kapılıp..
Mandıra Filozofu İstanbul, ilkinden de palavra bir masal.. Filozof, annesi ve arkadaşının külüstür arabaları ile Çökertme'den İstanbul'a doğru yola çıkıyorlar. Öyle başlıyor film ve felaket başlıyor.
Recep İvedik esprileri.. Benzinci tuvaletinde gaz ve gaita (Tıpta öyle denir, kibar olmak lazım ya. Hani b ile başlar, yanına nokta konur, sonra k eklenir, işte o..) çıkartma seslerini komedi diye koymuş Birol Güven.. Gülemedim.. Kusuyordum çünkü..
İstanbul'a giriş sahnelerini hızlı çekim tekniği ile vermiş. Oradaki İstanbul eleştirisi zekice.. Tarihin içine eden inşaat rezilliğini, insanı çıldırtan trafiği o kadar hızlı, ama sıkı anlatmış, Çökertme'nin doğal ve sakin güzelliğinden sonra.. Orda da bitmiş film işte.. Gerisi..
Bizim 1960'lı yıllarda Siyasal Bilgiler'de Fikir Kulüplerini kurduğumuz yıllarda bile eski, o yıllarda bile klişe solcu laflarla önüne gelene nasihat çeken, ders veren bizim Mandıra Filozof'u..
Ama adam filozof falan değil, sihirbaz.. Kiminle konuşsa, beş dakikada, adamı ikna ediyor.. Azılı kapitalist patron, beş dakikada huy değiştiriyor. İstanbul'da geldiği üniversitede, anne ve babasından "Köylü" diye utanan genç adam, beş dakikada hidayete eriyor. Sonra başkası.. Sonra başkası.. Herkes beş dakikada Beşiktaş!.. Bu beşer dakikalık, hepsi bilinen, hepsi dillerde sakız olmuş, hepsi ezber bilinen ama zerre inandırmayan klişe dersler bir araya gelince de güya "Film" oluyor..
Bu filmde Ayda ve Rasim gibi ustalar da olmayınca, seyredecek şey de kalmadı.
Sıkıntıdan öldüm bittim.
İlk filme Çökertme'yi sokamamışlardı. Buna da İstanbul'u sokamamışlar..
İlk film şirin bir masaldı.
İkinci film, insanın kafasına tokmakla palavra klişeler vuran bir işkence aleti.. Bu filmin senaryosuna, Birol'un iddia ettiği gibi katkım olmuşsa, bütün seyircilerden özür dilerim..