Kim ne derse desin, gazeteyi gazete gibi okumanın keyfi başka.. Öyle internetten, tabletten okumak sarmıyor.
Havasına giremiyorum. "Kağıt, mürekkep kokusu" derdim ben, kendi kendime..
Bir araştırma yapmış bilim adamları..
Gazeteyi sanal alemden okuma, konsantrasyon eksikliği yaratıyormuş.
Kağıttan okurken, hatta kulaklarını bile dış dünyaya kapatıp yazıya dalarken insan, tabletten okurken mesela, gözleri de velfecri okuyor, etrafta dört dönüyor, ne olup bitiyor etrafta onu da izliyormuş..
O zaman okumanın "Keyif" yanı bitiyor.. "Ne var, ne yok?. Ne yazmış" sorularının kabataslak bir yanıtı alınıyor o kadar..
Geçen pazar, eh artık zamanıdır, ağrımaya başlayan dizlerimi ve belimi dinlendirmek için miskinlik yapmaya karar verdim.. Cumartesi pazarın ekleriyle beraber dağ gibi yığılmış gazetelerini yanıma çekip divana uzandım.. Önce kendi gazetemi, en küçük haberine varıncaya dek okuyarak başladım..
***
Birinci sayfamızda bir anons var. "Deniz Seki Mykonos'a kaçtı." Hemen anons edilen iç sayfaya atladım. Orada başlık bambaşka.. "İddia: Deniz Seki Mykonos'ta.." İnternette tıklama almak, ya da insanı ekran başında bekletmek için yazılan saptırılmış alt yazılar aklıma geldi. Gazeteme yakıştıramadım.
İkinci sayfamızda Ayşe'nin neşeli pazar yazısının altında kalan üç santim boşluğa "Kısa...
Kısa..." haberler yerleştirmiş, editör.
"Muğla Milas'taki Kral Hekatomos Anıt Mezarı çevresinde, dönemin hükümdarına yazılmış 121 satırlık şiirin yer aldığı 2 bin 400 yıllık stel bulundu."
Bulundu tamam da "Stel" ne?.
Bunu editörlerimiz hep yapıyor. Sabah, ortalama okura hitap eden yaygın bir gazete..
Arkeoloji dergisi değil. 10 yıl, arkeolog Holly ile yaşadım. "Stel" lafını duymadım. Editörlük, çok zor, çok özen isteyen bir meslek.. Bu arada meraktan aradım tabii.. Allah Google'dan razı olsun. Stel için harika bir Türkçe karşılık var, üstelik.. "Yazıt!.." Osmanlıca.. Kitabe!.. "Hatay'da Mers Paniği.."
Hafta sonu haberlerinin baş konusu..
Haber TV'leri dehşet saçıyor da, "Mers" ne?. Editör
Yasin Eskiköy'ü kutlarım.. Haberin yanına bir kutu koymuş.. "Mers Nedir?." Hiç değilse, Ebola paniği içindekilere, Mers'i biraz anlatmış..
Biraz da ben ekleyeyim.
Mers, Middle East Respiratory Syndrome'unun (Orta Doğu Solunum Belirtisi) kısaltılmış hali. Ender görülen, tehlikeli bir virüs sebep oluyor.
Sinan Özedincik'in "Amerika'dan 5 Yıldızlık Ödül" haberi dikkatimi çekti. Nusr- ET "5 Star Diamond Award" ödülü almış.. Tam sayfa vermişler, röportajı ile birlikte.
Ben Nusr-ET'e hiç gitmedim.. Bana fazla reklam, hava meraklısı gibi geliyor, hem kendisi, hem gidenler. Öyle yerler tarzım değil. Ödülü merak ettim. Araştırdım..
Ödül değerli.. "Amerikan Ağırlama Bilimleri Akademisi" tarafından dağıtılıyor. Oscar gibi, o da türünün Akademi ödülü yani..
..Ve de ödülü alan sadece Nusr-ET değil.
Doğuş gurubu, üç ödül birden kazanmış, geçen eylül..
Biri Nusr-ET.. Ama, İstanbul'daki değil, Bodrum Yalıkavak'taki Nusr-ET Steakhouse'a verilmiş ödül. Olağanüstü gastronomi, geleneksel ambiyans, hava ve yönetimdeki yemek ve servis deneyim ve ustalığının tüm kadroya yayılması sebebiyle..
Doğuş'un Park Hyatt İstanbul, Maçka Palas ve Datça'daki D- Hotel Maris de, "Ağırlama Endüstrisinde en üst düzeye ulaştıkları için" 5 Star Diamond Award"a layık görülmüşler.
Bu arada, alt başlıktaki "5 Star Diamond Award ödülü" lafı yanlış, sevgili Editör Feride Cem.. Award, zaten "Ödül" demek.. "Bab-ı Ali Kapısı" demek gibi olmuş.. Hani "Atlı süvari" geçer ya, altından..
Hasan Bülent Kahraman, en güzel yazılarından birini daha yazmış.. Özellikle edebiyat meraklıları mutlak bulsun okusunlar. "Zevksiz Nobel Ödülü" başlıklı satırları, bu yıl tüm dünyada tartışılan Nobel Edebiyat Ödülü'nü anlatıyor..
Ama ne güzel anlatıyor.. Hem ödülü alanı, hem de verenleri bu kadar güzel analiz eden bir yazı daha okumadım. Eline sağlık, Hasan Bülent..
İki Bülent, iki enfes spor yazmışlar, ekte gene..
Timurlenk, derbiye Galatasaray'ın koyduğu 900 lirayı aşan bilet fiyatının nasıl anormal olduğunu, mukayese ederek anlatmış..
"Nou Camp'te Messi, Neymar, Suarez'i bir sezon boyu izlemek 350 lira" demesi her şeyi ifade etmiyor mu?.
Değerli Bülent ise, Mourinho-Wenger kavgasının tarihçesini nasıl lezzetli anlatmış..
En sevdiğim yaratıklardandır, Kelebekler..
Bahçemde oturup onları seyretmek en büyük keyiflerimdendir. Bu yüzden
Damla Kayayerli'nin "Şehrin içindeki Kelebek Diyarı" röportajını (Hakiki röportaj yazısı işte. Söyleşi değil..) zevkle okudum. Harika.. Ama bir eksik var. İnsanı bu kadar heveslendirdin mi, nasıl gidilir, nasıl ulaşılır bir not koyacaksın sonuna..
Adres, telefon, e-mail falan.. "Beykoz'da bir Kelebek Çiftliği" yeter mi, Damla?..
***
Bu yazıyı yazmam salıya kaldı madem, pazartesi günkü Okur Temsilcisi yazısından da söz etmek isterim.
İbrahim Altay "Okur aksiyon istiyor" başlıklı yazısında harika bilgiler aktarmakla kalmıyor, çok önemli tavsiyelerin de altını çiziyor. "Olimpos'ta oturup 'Bugünün en önemli gelişmesi budur, alın okuyun' diye ahkâm kesmek artık mümkün değil. Onun yerini başka mecralarda oluşan ya da yapılan haberleri, bulma, anlama ve yansıtma çabası aldı" satırlarını, bizim birinci sayfamızı hazırlayanlar, duvarlarına asmalılar..
Geçen haftanın en çok konuşulan konusu Videolu İntihar'ın yansıtılması konusunda yazdıkları ve Sabah'a yönelik eleştirileri de olağanüstüydü. "Okur temsilcisi işte böyle olur" dedirdi bana..