Bir daha yazalım.. Ütopya, gelecekte olduğu hayal edilen mutluluk ve refah ülkesi.. Distopya tam tersi.. Nükleer savaş, ya da uzaydan gelen istilalar sonucu ortaya çıkan felaket yaşam..
Son zamanlarda Distopya filmleri moda oldu.. Sinema tarihindeki Fahrenheit 451, 1984 gibi harika distopyalar, büyükler içindi.
Yeni distopyalar, kısaca YA, Young Adults/ Genç Olgunlar denen bugünün gençliği için yazılıyor, çekiliyor. Açlık Oyunları gibi.. Uyumsuz/ Divergent gibi..
Seçilmiş/ The Giver aslında bu ikisinden çok önce yazılmış, ama filme çekilmesi gecikmiş.. Bu yüzden, önceki filmleri izleyenler, The Giver/ Seçilmiş'i taklitçilikle suçlamasınlar sakın..
Lois Lowry'nin dört kitaplık dizisi, YA dediğimiz gençler arasında Best Seller olmuş, türünün "En İyi" ödülünü de almıştı.
Olay, distopik bir ülkede geçiyor. Büyük savaşlarla insanlar birbirlerini yok edince, geriye kalanlar, ayni şey bir daha başlarına gelmesin diye, yepyeni bir toplum oluşturmuşlar.
Savaş yok. Acı yok.. Üzüntü yok.. Fark yok. Seçim yok.. Aşk yok.. Kıskanma, gıpta etmek de yok o zaman.. Yani savaş sebebi yok. Ama yaşamın ruhu da yok tabii.. Yaşamın tüm renkleri yok. Film de siyah beyaz başlıyor zaten..
Bu toplum insanlarının hafızalarından, geçmişe yönelik bütün anılar da silinmiş. Bir kişi hariç.. "Ermiş/ Giver!." O her şeyi biliyor. Bildiklerini de, seçilen bir tek gence öğretiyor ki, anılar kuşaklar boyu, bir kişide saklı olsun..
Ermiş'in Seçilmiş'e ilk öğrettiği şey, kızak.. (Yeni dünyada, mevsim farkı yok. Kış yok. Kar yok ki, kızak olsun..)
Orson Welles'ın Yurttaş Kane'ine enfes bir gönderme.. Zengin Kane, ölürken "Rosebud" der.. Gül Goncası!.. Bir gazeteci Kane'in ne demek istediğini araştırır ve bulur sonunda.. Çocukluğundaki kızağın adıdır o.. Kane ölürken, kızağını, çocukluğunu, mutlu günlerini hatırlamıştır. Bir çocuğu en mutlu eden iki şeyden biridir kızak.. Öteki de bisiklet.. Giver'da da, çocukların ilk armağanı, bisiklet zaten..
Romanın film hakkını çıkar çıkmaz satın alan ve Giver rolünde babası Lloyd Bridges'ı oynatmayı düşünen Jeff Bridges, amacına ancak 20 yıl sonra ulaşınca, bu arada, babası da ölünce (1998) kendi oynamış ve de harika oynamış..
1984'teki "Big Brother"a benzer bir "Big Sister/ Büyük Abla" rolü üstlenen Meryl Streep de harika..
Romanda 12 yaşında iken filmde 16 yaşına getirilen ve 24 yaşındaki oyunculara dağıtılan rollerdeki gençler de iyi idare ediyorlar.
Amerikalı eleştirmenler bu filmi de sevmediler. Ama gençler de isyan ettiler..
"Siz yaşlı eleştirmenler, YA'lar için yapılmış hiçbir şeyi sevmiyorsunuz zaten" dediler.
Eleştirmenler "Bu filmi ancak romanları okumayanlar beğenir" demişti. Belki de ondandır. Bilemem.. Ben çok sevdim. İkinci filmi merakla bekliyorum..
Son bir not.. Filmde gençlerin sevgilisi Taylor Swift'in de şarkı söylediği kısa bir rolü var.