"Berkin sanki benim evimden çıkıp gitti mezara.."
Bu hissi duyanların sayısı sanırım milyonlarla ifade edilir.. O kadar çok fotoğraf ve çizimlerle girdi ki hayatımıza, ölümünden sonra..
O ne şirin ifadedir, kafada New York Yankees şapkası..
Bitişik kaşlar.. Ama en çarpanı.. O gülümseyen gözler..
Çizenler de harika çizdiler.. Şimdi gözümü kapasam, gözümün önüne o neşeli çocuk geliyor.. "Çocuk!.."
Elinde sapanı, cebinde bilyeleri varmış..
Olmaz mı?.
Hangimizin çocukluğu, sapansız ve bilyesiz geçti ki..
Bandırma'da benim mahallemde her çocuğun mutlak sapanı ve bilyeleri vardı. Zaten savaş sonrası, yokluk yılları..
Oyuncak ülkeye girmiyor, giren de çok pahalı.. En favori oyun mahallede bilye.. Kırda çatal sapan..
Bugün misket denen o cam bilyeler yok gibi.. Topraktan yapılmış, boyalı bilyelerle oynardık. Garitti adı..
Rumcadan herhalde.. Çelik bilyeler vardı.. Otomobil, bisiklet, motosiklet tamircilerinde, hurdacılarda bulunurdu, tek tük.. Altın değerindeydi biz çocuklar için. Nasıl hava atardık, bir tane ele geçirdik mi?.
Hala çocukluk günlerimden anı, çelik bir kaç bilyem vardır, atamadığım, atmaya kıyamadığım..
Çocukluğunda sokakta bilye oynamış herkes, çelik bilyenin nasıl hazine olduğunu bilir. Çatal sapanımız vardı..
Çünkü kırlara da giderdik..
Orada koşmalar, ağaçlara tırmanmalar.. Çatal sapanla nişancılık en favori oyun, kırda.. İleriye büyük taşlar dizer, çatalla nişan alırdık. Vurana puan..
Çatal sapan yapmak da hüner işiydi ha.. Öyle çarşıda, pazarda satılmaz. Kendi sapanını kendin yapacak, o sapanla da hava basacaksın..
Bir defa öyle her ağaçtan olmazdı.
Sert ağaç bulacaksın.. İkincisi, o ağaçtan tam bir Y harfi çatal dal yakalayacaksın..
Bandırma kırlarında, o sapanlık çatalı bulmak için günlerce dolaştığımı bilirim.. En tepede gördüğüm çatalı kırıp alabilmek için ağaca tırmanırken, oramı buramı yaralardım.
Kaç pantolon yırttım..
Bu Y çatala lastik bağlayıp, sapanı yapardık. O lastik de önemli.. Yay gibi gerilecek. Sert olacak.. İki gerilmede esnemeyecek, gevşemeyecek..
O zaman lastik dediğin şey de kolay bulunmaz ülkede..
Yani, sapanı olmak da ayrıcalıktı ama okulda kızarlardı. Üzerimizde, çantamızda rastladılar mı, alırlardı hocalar.. Cam, çerçeve indirdiği, birbirimizi yaralama tehlikesi yarattığı için, yasaktı..
Okula götürüp arkadaşlara göstermez, hava atmazsan, neye yarar en güzel çatal sapan sende olsa da.. Tehlikeyi göze alır, götürürdük..
Kaç sapan kaptırdık, o yıllarda..
Yaz gelip ilk köye gittiğimizde, bizim çatal sapanın gerçekten oyuncak olduğunu gördüm.. Köy delikanlıları da sapan kullanıyordu. Ama onlarınki lastik değil, ipti. Çatal falan da yoktu.. Bir elips şeklinde deri parçası.. İki ucunda iki ip bağlı.. Taş, derinin içine yerleştiriliyor.
İpin biri ele dolanıyor, öteki sadece tutuluyor. Sapan kafa üzerinden döndürülüyor, döndürülüyor.. Hızlanıyor, hızlanıyor..
Bugünün çekiç atıcıları gibi. En yüksek hıza ulaştığında, sıkıştırılan uç bırakılınca, taş fırlayıp hedefe gidiyor.. O hızla dönen ipe takılı taş hedefe nasıl gider?.
İşte hüner orda zaten.. O sapanı kullanmak her babayiğidin harcı değildi..
Köy delikanlıları kuş avlardı o sapanla.. Şehirlerde de görülmezdi hiç..
Bizimkisi, oyuncak çatal sapandı.
Tüm bunları niye anlattım..
Çatal sapan, çelik bilye, hele yoksul çocukların ayrılmaz oyuncağıdır.
Çocuk, hazine değerindeki çelik bilyesini, çatal sapanla fırlatıp kaybetmez asla..
Berkin'in annesinin "O bilyeleri mezarına oynasın diye attık" deyişindeki hüznü o kadar iyi anlıyorum ki..