Savaş Küce ölmüş.. Kardeşi, benim de kardeşim Barış son zamanlarda "Ağbimin sağlığı hiç iyi değil" diyordu, sorduğumda..
Son Ankara gezimde, Kemal "Savaş'ı yoğun bakıma almışlar" dedi.. Böbrekleri çalışmıyor, diyalizle yaşıyordu çoktandır, ama başka arızaları da vardı. İstanbul'a döndüm, haber geldi.. Beklenen haber.. Ama "Beklenen" olması, "Acı" olmasını engellemiyor..
Savaş, 60'lı yıllarda o dillere destan Ankara Koleji'nin basketbolcusuydu. Armağan Asena'nın bu ülkede inanın hâlâ benzerini göremediğim, çağının çok ilerisinde basketbol oynayan takımının.. Erdem ile İlker oyun kurucu oynarlardı. Erdal pivot, Savaş ve Baba Rüştü de (En erken o gitti, nur içinde yatsın.) forvet. Yıldırım hızı ile top çevirip hücum eden Kolej'i durdurmak mümkün olmazdı. Savaş, o takımın zayıf karnıydı aslında. Ötekiler ayarında değildi. Kolej o beşinci adamı hiç bulamadı zaten. Bulsa Türkiye Şampiyonu olurdu, kesin.. Sonra Erdal ve İlker, İstanbul'a, Fener'e transfer olunca, efsane de bitti. Şimdi sadece dillerde, o Kolej.. O kuşak yaşadıkça da dillerde olacak.
Savaşlar, Yenişehir'de bizden üç sokak yukarda otururlardı. Sonraları şöhreti ağabeyini katlayacak, bu ülkenin yetiştirdiği en büyük basketçilerden biri olacak Barış ilkokul öğrencisiydi o zaman..
İkisini de basketçi yapan, aslında spora çok meraklı babalarıydı. O zaman tesis nerde?. Kolej'in, Mülkiye'nin, Gazi Eğitim'in salonu var, o kadar.
Allah'tan sokaklar böyle trafik dolu değildi de, kendimiz pota yapar, yol kenarındaki elektrik direğine bağlar, sokakta basket oynardık. Arada bir araba geçtikçe ara vererek.. Biri park etmeye kalkınca "Az ileri" diye rica ederek..
Küceler bahçeli bir evde otururlardı. Babaları bahçenin bir köşesine tek pota koymakla kalmamış, bir de üstelik ışıklandırmıştı. 60'lı yıllar, dikkat buyurun. Gece maçları yapardık, Uluçlar ve Küceler.. Uluçlar, ağbim ve ben.. Savaş bizi katlardı tabii, basketçi olarak.. Ama Barış çocuk olduğu için takımsal denge sağlanır, çok iddialı maçlar ortaya çıkardı.
Savaş, Kolej'den sonra üniversiteyi de başarı ile bitirdi. Turizm Bakanlığı'na girdi. Müsteşarlığa kadar yükseldi ve emekli oldu.
Kardeşi Barış, müthiş gelişti. O da o zaman için büyük paralarla Fener'e gitti. Kazandıklarını işe yatırdı. Minnacık bir dükkânla girdiği tekstil işinde Türkiye'ye yayılan markalar yarattı. Ama okuldan beri en yakın arkadaşı ortağı ona öyle bir kazık attı, öyle dolandırıp tüm paralarla Amerika'ya kaçtı ki, Barış'a sadece borçlar kaldı. Barış burda batarken, o ortak hâlâ Miami'de saraylarda yaşıyor..
Geçen yıl Ankara'da yeğen, Kemal'in oğlu Öndü, beni yemeğe götürdü. Makkarna diye bir dükkân (İki K ile sevgili editörüm. Birini silme.). Dünya şirini bir mekân. Aslında her şeyi ile İtalyan Lokantası.. Menü zengin ama benim ilgimi çeken makarnalar.. En sevdiğim İtalyan türüdür.. Tadımlık bir kaç tane seçtim. Hepsi enfesti. O sırada dükkânın sahibi genç geldi masamıza..
"Vay Önder" dedi, yeğene önce. Sonra bana döndü.. "Hoş geldin Hıncal ağbi" dedi. Öndü'ye baktım, hafif şaşkın. Yeğen tanıttı.
"Savaş'ın oğlu amca.. Kaan!.."
Dükkânı da, Kaan'ı çok sevdim.. "Buraya Savaş'la gelmeliyiz" dedim içimden..
Ama içimden söylediklerimin kaçını yapabiliyorum ki, "Hayatı ertelemeyin" diye size Allahın günü talkın verip, salkımları yutan ben..
Ankara'da gene Makkarna'ya, gene Kaan'a gideceğiz tabii. Savaş'ı anmaya.. Anısına bir kadeh kaldırmaya..
Nur içinde yat, benim gençlik arkadaşım..