Reha'nın (Muhtar) Vatan'da "Kırmızı ışıkta geçmekten daha mı tehlikeli alkollü araç kullanmak" başlıklı yazısının Vatan'da çıktığı gün elektronik mühendisi, işadamı Erdal Büyük, İstanbul'un tam da göbeğinde, Şişli Harbiye'de yaya kaldırımının kenarında trafik lambasına bakıyordu. Işığın yayalar için yeşile döndüğünü gördü ve caddeye indi.. Trafik lambasındaki yeşil içindeki yürüyen adam simgesi onun hayatta gördüğü son şey oldu.
Kavşağa 30-40 metre kala, kendi ışığının sarıya döndüğünü gören trafik magandası, bu işaretle yavaşlayıp, birkaç saniye sonra gelecek kırmızıda rahatça duracağına, tam tersi bir hareket yapıp gaza bastı ve "Yeşil"e kanan Erdal Büyük'e o hızla çarptı ve öldürdü..
Kırmızıdan evvel yanan sarı, dünyanın her yerinde "Az sonra duracaksın, yavaşla" anlamına gelirken, Türkiye'de "Aman kırmızı geliyor. Bas gaza.. Kırmızı, mırmızı geçmiş olsun" demekti, çünkü..
Bunu bu hale getiren de, bu ülkedeki komik trafik cezaları ve onları dahi uygulamayan, kendi gözünün önünde dahi vızır vızır kırmızıda geçenlere sadece bakan "Polis"tir.
Erdal Büyük'ün başına geleni, hem de Sabah gazetesinin dibinde kaç defa ben yaşadım. Yanımızda bulvara açılan sokak, o sokağın başında da trafik lambası var. Olmasa daha iyi.. Çünkü bana yanan yeşile kanıp yürüdüğümde, üç kez ezilme tehlikesi atlattım. Çünkü ben yeşili bekliyorum ama maganda kırmızıda durmuyor.. Bir defasında kendimi hızla geriye atarken tam karşımda duran trafik polisine bağırdım. "Sen burdasın. Burası yaya geçidi.. Adam hâlâ kırmızıda geçiyor, bir de üstüme çıkıyor.."
Polis zavallı zavallı bana baktı.. "Ne yapayım Hıncal Bey.."
Şimdi polis kafası bu olunca, magandaya ne deme hakkımız var. Artık o yaya geçidini kullanmıyorum. Yolun 20 metre içine yürüyorum. İki tarafa dikkatle bakıyorum ve boş gördüğümde karşıya yürüyorum. Böylece "Yaya Geçidi" adlı ölüm tuzağından kurtuluyorum..
İşte Türkiye'de trafiğin durumu budur, Sayın İçişleri Bakanı.. Sayın Emniyet Genel Müdürü.. Sayın İstanbul Valisi.. Sayın İstanbul Emniyet Müdürü.. İstanbul'da Trafik Müdürü olmadığı için, onu saymıyorum..
Şimdi, Erdal Büyük'ü ezip öldüren tutuklu mu yargılanıyor bilmem.. Ergenekon, ya da Balyoz gibi sanal davaların sanığı olmadığı için, şimdi tutukluysa bile, birkaç haftaya serbest kalır.. Dandik bir ceza alır. İyi halden indirilir. Onun da yarısını çekmeden tahliye edilir.. Erdal Büyük, bu ülkede "Yeşil"e inanmanın cezasını çeker, pisi pisine öldüğü ile kalır..
Peki bu iş nasıl düzelecek?.
Alkollü sürücüye verilen ceza indirilerek değil.. Kırmızıda geçene verilen ceza, onu da aşacak şekilde arttırılarak..
Amerika'da herif kırmızıda geçmeyi aklından bile geçirmez.. Hayır, daha eğitimli, daha vicdanlı olduğundan değil.. Anasının ağlayacağını bildiğinden..
Bir defa kırmızıda geçme cezası, can yakar. Dolar milyoneri de olsan can yakar.. Hele tekerrüründe perişan olursun. Araba sigortaların hayat boyu müthiş oranlara yükselir. Ehliyetin elinden alınır. Geri almak için adı "Ahmak kursu" olan bir sürücü seminerine katılmak zorunda kalırsın. Burada trafik kurallarını sana baştan öğretmeye başlarlar.. Kimler?. Mesela ünlü komedyenler.. Seninle dalga geçerek, seni rezil ederek.. Sonra sınava girersin, geçersen ancak o zaman ehliyetine kavuşursun.. Ama toplumda rezil rüsva olursun.
Şimdi, hadi sen sen ol da kırmızıda geç bakalım..
Hangi kırmızı.. Kavşakta trafik lambası, yolda yaya geçidi işaretleri yoksa, kaldırım kenarından yola doğru adım attığında, yol senindir. Akan trafik durmak ve seni beklemek zorundadır. Durmaz da çarparsa, adli cezaların dışında öyle ağır tazminatlar ödemek zorunda kalır ki, hayatı kayar adamın..
Hatırlarım.. Seneler, seneler önce, duvar dibinde bekleyip, dalgın ve yavaş gelen bir araba görürlerse, onun üzerine atlayarak geçimini temin eden tanıdıklarım vardı Avrupa'da.. Öğrenci harçlıklarını çıkarırlardı. Mahkemeye gitse kesin kaybedeceğini bilen sürücü, başını derde sokmamak için arabasının üzerine atlayanların elinde, 50, 100 dolar karşılığı bir para sıkıştırır, çeker giderdi. 50 ondan, 100 bundan, yaşardı bizimkiler.. Devletin tahsis ettiği 109 dolarla bir ay geçirmeleri mümkün olmadığından..
Şimdi ne yapmak gerekiyor..
Onu anlatacağım, boşuna olduğunu bile bile.. Çünkü ne yapılması gerektiğini 50 yıldır herkes biliyor, ama hiç biri yapmıyor..
Ben umudumu yitirmiyorum.. Belki bu defa bir "Utanan" çıkar diye..