"Altın diye yutturdular bakır Eminem" diye bir hiciv türküsü söylerdik çocukluk yıllarımızda.. Antalya Film Festivali'nin kapanış gecesini televizyonda sıkıntılar, öfler, pöfler ve zaman zaman öfkeler içinde izlerken farkında olmadan bu türküyü mırıldanmaya başlamışım..
Bize "Şarklı" diyenlere kızıyoruz ama şarklı olmaktan da kurtulamıyoruz. Türk sinemasının en büyük, en saygın, en parlak, en görkemli, en unutulmaz olması gereken gecesini, gerek salonda oturanlar, gerekse ekran başında olanlar için bir işkenceye çeviriyoruz.
Dünya üzerinde Adalet Bakanlarının, valilerin, belediye başkanlarının ödül dağıttıkları festival kaldı mı?.. Nedir bu buram buram, sırılsıklam siyasal yağcılık, prim yapma hevesi..
Saygın bir festivalde ödül almak kadar, vermek de önemlidir. O sanatın en değerli isimleri verirler ödülleri ki, alana da "Onun elinden aldım" onuru kalır..
Bize bakın.. Bir yanda M. Ali Şahin.. Bir yanda Zeynep Tokuş!.. Türk sineması bu mu?.. Buysa yazıklar olsun..
Ödül vermek için sahneye hem de bir gazeteci çıkıyor, eline mikrofon alıp konuşuyor, utanmadan.. Koyu renk elbisenin zorunlu olduğu geceye kısa kollu gömlekle gelmeyi marifet sanan bir meslek utancımız.. Bunlar mı Türk sinemasını değerlendirecek, yüceltecek?..
Hadi canım sen de..
Tuvalet giymiş saygıdeğer bir sinema sanatçısı, sahneye kot pantolon ve kazakla gelmeyi marifet, solculuk, ilericilik, devrimcilik sanan bir eksik akıllıya ödül veriyor.. Bu mudur, Altın Portakal sahnesi?..
Cannes'da böyle sahne var mı?.. Berlin'de?.. Venedik'te.. Çünkü orada bu kılıkta gelip minnacık çevrelerine hava atmayı marifet sananları, isimleri ne olursa olsun içeriye almazlar.. Onlar da bunu bilir, smokinle gelirler. Ortaköy'de kenefe gider kılıkta değil.
Bizde elbise kuralı, laf ola beri gele.. Salon bir yığın kıroyla doluydu.. Nasıl girmişler içeri?. Ve de salonda tören sırasında sigara içenler vardı, ekrana yansıyan.. Utanmazlığın ölçüsüne bakar mısınız?. Ayakta duramayacak ve konuşamayacak kadar sarhoş bir alkoliği Amerika'dan getirip ödül verirsen (Mickey Rourke) herif de yıkıla yıkıla yerine döner ve oturur oturmaz şişeyi kafaya dikerken ekrana gelir, canlı, mozayıksız!..
Organizasyon?..
Felaket!..
O gece o salonda olsaydım sıkıntıdan ölürdüm. Ekran başında, evimde patladım çünkü..
Üç saat boyu o seyirci için cazip bir, tek bir şey olmaz mı sahnede?..
Levent'le Ceyda'nın buz gibi, ruhsuz, renksiz, tatsız tuzsuz sunumu.. Yahu onca saat yığınla lüzumsuz gevezeliğin arasına biraz rahatlatıcı mizah, espri, müzik, şov, görüntü koymak çok mu zor, sinemanın gecesinde?..
Bunlar hiç Oscar gecelerini izlemiyorlar mı?. O gece seyrediyor, doyamıyor, ertesi gece tekrarına da bakıyorsunuz..
Bizde seyre değer ve vardı, bir kişi söylesin.. Desin ki "Hıncal abartma.. Şu üç dakika harikaydı.."
İnsanları bir odaya kapayın, bu üç saatin bandını izletin.. İşkenceden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne gidersiniz..
Ruhsuz, temposuz gecenin renkleri, yabancı konukların konuşmalarıydı, ama onu da "Özetleyen ve sansürleyen" bir çevirmen perişan etti.
Hoşlukların dahi farkında değildi çevirmen..
Adrian Brody sevimli konuşmasını "Ben Macar asıllıyım. Yani belki de akrabayız" diyerek, Türk ve Macarların kardeş kökenlerine gönderme yaptı mesela.. Çevrilmedi.
Maximilian Schell, başta Topkapı (1964) bazı filmler için İstanbul'a geldiğini, toplam iki aydan biraz fazla bu dünya güzeli kentte kaldığını söyledi ve sonra Rus Şair Yevtuşenko'nun bir öyküsünü nakletti. Bir gezisinde bir mezarlığın başında durmuşlar. Mezar taşlarında "2 ay.. 3 ay.. 1 yıl 2 ay" gibi süreler yazıyormuş.. Şair "Burası ne" demiş, "Çocuk mezarlığı mı?." Anlatmışlar ki, burada yaşayanlar, sadece mutlu anlarını yaşanmış sayarlar, mezar taşlarına da mutlu anlarının toplamını yazarlarmış.. Maximilian "Benim de mezar taşıma iki ay ve biraz fazlası yazılacak" dedi.. "Hayatımın en mutlu günlerini İstanbul'da geçirdim"in bundan şiirsel ifadesi olur mu?.
Hele de o Topkapı günlerinde Prenses Süreyya ile (Eski İran Kraliçesi) bir romantik Boğaz kaçamağında paparazziler tarafından yakalanmış, çıkan olaylar sonunda geceyi karakolda geçirmek zorunda kalmışken.. (Hani nerde bizim medyanın arşivcileri.. Adam hazır Türkiye'ye gelmişken o öyküyü yaşayanların ağzından güncellesen okunmaz mı?.)
Ödüllere gelince..
Jüri Başkanı Tuncel Kurtiz çok şirin bir konuşma yaptı.. "Biz bunları seçtik. Başkaları başkalarını seçerdi" diyerek.. Böyledir jürili işler gerçekten.. Jürilik yaptığım güzellik seçimlerinde özellikle kaybedenlere "Aldırmayın, yolunuzda yürüyün.. Biz onları seçtik, başkaları sizi seçerdi. Aslında en güzel sizsiniz. Biz anlamıyoruz bu işten pek.." derdim ben de..
Vicdan dışındaki filmleri izlemediğim için ödülleri eleştirme durumunda değilim. Ama eğer o Vicdan beş ödül alıyorsa toplam (Bir bölümü dandik de olsa), Türk sineması yılı çok verimsiz geçirdi demektir.
Nurgül Yeşilçay'a ödülü, ya geçen yılların hatrına bir özür dileme diye verdiler.. Ya da Yeşilçam'da (!) bu yıl kadın oyunculuğu felaket.. Nurgül'ün Muhsin Ertuğrul filmlerinden kalma süper teatral oyunculuğu ödül alıyorsa, o zaman çok daha "Sinema" oynayan Tülin Özen'in günahı ne?.
Benim itirazım aslında jüriye.. Dizi dizi sahneye çıkarılıp teşhir edilen (Niyeyse) jüriler içinde en önemlisiydi yerli Altın Portakalları seçecekler.. Peki ama onları kim, niye seçmişti, anlayamadım.. Düşünebiliyor musunuz?.. Ben de olabilirdim o jüride ve kimse yadırgamazdı.. Bu mudur?.
Altın Portakal'a, kimsenin itiraz edemeyeceği ve hepsine saygı duyacağı 11 saygın uzman, 11 sinema adamı bulmak çok mu zor?.
Bildiğim.. Final öncesi tahmin yapan tüm sinema yazarları yanıldılar. En İyi Filmi de, En İyi Yönetmeni de hiçbiri bilemediler.. Demek sinemayı yazanlar da bu işi pek bilmiyorlar.. Ya da izlemiyorlar.. Zira mesela Oscar tahminlerinde yüzde 80'e varan başarıya ulaşanlar gene ayni kalemler..
Son sözüm bu festival için elinden geleni yapan Sevgili Dostum, kardeşim Antalya Belediye Başkanı Menderes Türel'e..
Kapanış gecesi Festivalin tacı.. Bu tacı giydirmek, heveslilerin değil, profesyonellerin işi.. Kapanış gecesinin tümünü bir profesyonel kuruma ihale et ve o gece oraya sadece seyirci olarak gel, başka işe karışma.. Kimseyi de karıştırma..