"Dünkü yazını ancak gece okuyabildim. Gözlerim yaşardı. Bir yazı bu kadar güzel ve anlamlı olabilir!.. İyi ki varsın ve yazıyorsun!.. Bu yazı hepimizin, bu duygular hepimizin. Öpüldün!.."
Hayır, bunlar, geçen Salı bu köşede çıkan Fazıl Say yazım üzerine bana yollanan yüzlerce, Bayram arefesi Yasemin'e nerdeyse gece mesaisi yaptıran yığınla mektuptan biri değil..
Tabii o mektupların hepsi güzel, hepsi anlamlı, hepsi değerli.. Hele "Arkamda bırakacak kimsem de yok zaten" deyişime isyan eden "Ya biz neciyiz" diyerek beni ağlatan genç okurlarımdan gelenler ve bana son yılların en yüce bayram mutluluğunu yaşatanların yeri çok ayrı..
Ama gene de bunun yeri başka.. Bu bir övgü, kutlama yazısı değil..
Bu benim diplomam.. Mesleğin 50'nci yılında nihayet sahip olduğum "Yazarlık" diplomam..
Çünkü bu yazı Öcal Ağabeyimden geliyor.. Bana sadece gazetecilik değil, yaşamı öğreten insanların başında gelen Öcal Ağabeyimden.. Çok seçen, zor beğenen Öcal Uluç'tan..
Hayatımda onun yeri çok başkadır..
Öcal Uluç'un benim için ne ifade ettiğini, 50 Yıl gecemin filmini izlerken bir kez daha hissettim..
Faruk Bayhan Kanal 1'in naklen yayın arabasını yollayıp tamamını çektirmişti ya.. Ertekin'de dostlar oturup birlikte izlemiştik heyecanla, keyifle..
Sonra evde tek başıma bir daha seyrettim, kendi kendime.. Bu defa ayrıntılar dikkatimi çekti.. Bir ayrıntı var ki, anlamı şaşmaz..
Ağabeyimin yanında oturuşum.. En ön sıradayız.. Sık sık görüntüye geliyoruz.. Nasıl kutlu ve mutlu olduğum belli.. Nasıl gururlu olduğum da.. Ama bir şey daha var..
Nasıl güvenle oturuyorum orda.. Nasıl.. Nasıl.. Nasıl..
50 değil, 60 yıl gerilere gitmem gerek, size o hissi anlatmak için..
Biz Öcal Ağabeyimle sanki bir başkaydık.. Kardeşten de öte bir şey.. Ortak yaşamımıza bakarsanız, ikiz gibiydik.. Ama ikimiz arasındaki durum, 2.5 yaş farkın çok üstündeydi..
Evde de, evden dışarı, mahalleye çıkmaya başladığımız ilk günlerden başlayarak dışarda da, Öcal Ağabeyim yaşam güvencem, koruyucum, yol göstericimdi.
Savaş sonrasının yokluk yıllarında, öyle oyunlar icat ederdi ki, annemle babam bizi evde bırakıp gezmeye gitseler diye dua ederdik, başkalarının çocukları giden anne babalarının arkasında ağlarken..
Nasıl bir senarist, nasıl bir yönetmendi, inanmazsınız o en çok oynadığımız sinemacılık oyununda.. Kurduğu hikayeyi anlatır, rollerimizi bölüştürürdü, sonra da başlardık.. Annemle babam, evdeki sandalyelerin bacaklarının niye ikide birde gıcırdamaya başladıklarını iye her hafta tamire gittiklerini bir türlü anlamazlardı. Nerden bileceklerdi ki o sandalyeler, Öcal'la Hıncal'ın ters oturmasıyla ata dönüşür ve yarışırlardı..
Yaratıcı kafasını okuduğu kitaplar ateşlerdi. Ben şövalye ve kahramanlık romanlarının peşindeyken, o edebiyatın en zorlularını okur, beni de zorlardı. Bardağın kenarına konan sineği 20 sayfa anlatan Sefiller benim elimde günlerce sefil olurken, o iki günde bitirirdi, Hugo'yu..
Baudelaire'i onun sayesinde tanıdım.. Elinden kapıp karıştırdığım Elem Çiçekleri'ne bakarken, şiirin de kitaplardan okunacak şey olduğunu öğrendim..
Mahalle oyunlarındaki himayesi çok ustacaydı.. Arkamda olduğunu, kolladığını hiç belli etmezdi.. Yıllar sürdü farkına varmam..
Ve gazetecilikte..
M. Ali Ağabey bizi Yeni Gün'e çağırıp "Hadi" deyince, bir gün içinde gazete çıkarmaya başlamıştık, iki Kışlalı, iki Uluç.. Bütün yazıları yazmak da bize kalmıştı.. Bir gazetenin tüm yazıları..
Çok kolay yazardım ben.. Başladım mı biterdi..
Ama "Başladım mı?.."
Başlamak öyle zordu ki..
Cihat Baban yazıyı okutan, ya da çöpe attıran şeyin girişi olduğunu öğretmişti daha ilk konuşmasında bize.. Okur ilk satırı muhakkak okurdu. Ondan sonrasının kararını da bu ilk satır verirdi..
Ben o bütün yazıyı taşıyacak ilk cümleyi bir türlü kuramazdım.. Yaz, karala.. Yaz karala.. Sonunda yan odada oturan ağabeyime giderdim.. "Şuna bir girsene.." diye.. Anında yazardı. Gerisini beş dakikada getirirdim.. Aylar sürdü, yazıya giriş yazmayı, başlamayı öğrenmem..
50'nci yılımda sahneye çıktı.. Kendisi hiç yokmuş gibi bir Hıncal anlattı millete..
Nasıl ağlattı beni..
"Oğlum Hıncal" dedirtti bana.. "Arkanda bu Öcal Ağabeyin varken, karada ölüm yok sana.."
Gelip yanıma oturduğunda gözümün ucuyla baktım ona.. Sonra bir kasıldım, bir kasıldım, dünyaya tepeden bakarak!..