46 seçimlerini pek hatırlamam.. 1950'de Demokratlar kazanmıştı, Halkçılara karşı.. O zamanlar öyleydi ülke.. Ufak tefek başka partiler de vardı ama, esas parti Halkçılardı.. Bir de Halkçı olmayanlar vardı.. Daha sonraki seçimler gösterdi ki, bu Halkçı olmayanların oyları, karşıda kim kuvvetliyse onda toplanıyor pek bölünmeden..
1960 Devrimi'nden sonra, Demokratların devamı olduklarını iddia edenlerin sayısı fazlaydı. İkisi öne çıktı.. Yeni Türkiye ve Adalet. Oyları paylaşır gibi oldular. Ama Adalet öne geçince ilk seçimde YTP silindi, AP tek başına kaldı Halkçıların ve yeni yeni koymaya başladıkları tarifleriyle solcuların önünde..
O günden bugüne yapılan tüm seçimlerin sonuçlarına bakın.. Halkçıların ve de solcuların aldıkları oylar hep, ama hep, karşı olanların, ya da sağcıların aldıkları oyların altında kaldı..
Bu ülkede genel eğilim böyle.. Sağcılar toplamda solculardan hep ilerdeler.. Sağın oyları hep yüzde 50'nin oralarda.. Ecevit gibi karizmatik ve demokratik liderler bile sonucu değiştiremedi.
Böyle baktığınız zaman 2007 seçimleri sonuçlarının temelde, eskilerden pek de farklı olmadığı ortaya çıkar..
O zaman bugün gelinen yerin sorumlusu kim?.. AKP iktidarının gidişinden ve ülkeyi götürdüğü yönden memnun olmayanlar kabahati kimde aramalılar?.
Herhalde AKP'de değil..
Çünkü bana sorarsanız, ortada bir AKP seçim zaferi dahi yok.. Bu ülkede sağcı ve solcu partilerin, 2003'te görünen tabloya rağmen, bu ülkenin iktidar dahil tüm kurumlarını AKP'ye kendi elleriyle, altın tasta sunmaları var..
Özellikle seçim öncesi müthiş bir şov yapan Cumhuriyetçi güçlerin yoğun desteğiyle CHP bu seçimden çok daha parlak çıkabilirdi.. Daha fazla oy, daha fazla milletvekili, daha fazla pazarlık gücü..
Ama Deniz Baykal egoizmi partinin yolunu kesti.. Atadan CHP'li çok yakın dostlarımın içinde "Bu memleketin batacağını bilsem gene de Deniz Baykal'a oy vermem" diyenler çoğunluktaydı.
Deniz Baykal kişisel ihtiraslarını partisinin de ülkesinin de önüne koydu. Benim bildiklerimi o da bildiği halde kenara çekilmedi ve CHP'nin bence "Hezimet" olan seçim sonuçlarını hazırladı.
Baykal'da bugün de değişen bir şey yok.. Hâlâ ve hâlâ, partide kitleleri peşinden sürükleme gücünü her fırsatta gösteren Mustafa Sarıgül gibi bir potansiyel lideri ihraç etmek için uğraşıyor.. Hâlâ ve hâlâ, daha düne kadar en yakınında olanların kendisini birer birer terk etmesinden sonuç çıkarmıyor.. Çünkü onun için önemli olan tek şey var. CHP lideri kalmak. Hayat boyu iktidara gelemeyeceğini biliyor, ama o ana muhalefet liderliğinden mutlu. Gerisi de onu ilgilendirmiyor.. "Küçük olsun, benim olsun"a razı bir lider, düşünebiliyor musunuz?..
Deniz Baykal'lı CHP'nin ve onun liderliğindeki (!) solun üçte birden fazla oy alamayacağını zaten herkes biliyordu.. İşte bu yüzdendir ki, İlhan Ağabey gibi (Selçuk) Cumhuriyetçiler, seçim sisteminin birinci parti AKP'ye sağladığı büyük avantajın Meclis'te 400 milletvekilini aşan bir çoğunluk sağlamaması için bir üçüncü partinin barajı aşmasının şart olduğunu gördüler. Çözülmüş ve dağılmış sağ içinde, bu imkâna en yakın parti MHP'ydi.. Cumhuriyet gibi geçmişinde MHP'den en çok çekmiş bir gazete, "Eliniz CHP'ye oy vermeye gitmiyorsa, o zaman MHP'ye verin" kampanyasını bu yüzden yaptı..
Hem de ülkede Milli Bakiye Sistemi varken, yani sandığa atılan bir tek oy bile ziyan olmazken ve de babam adayken bile MHP'ye oy vermeyen ve vermeyeceğini ilan eden ben, sadece bu sebeple oyumu açıkladım ve "MHP" dedim.. Bu ülkenin 2 numaralı partisini, deneyimsizlik, beceriksizlik ve siyasal yeteneksizliği yüzünden 2003'te barajın altına düşüren Devlet Bahçeli'ye rağmen MHP'yi oyumu verdim. Bir hafta geçmeden de, "Elim kırılsaydı" dedim..
Seçim gecesi kazanan Recep Tayyip Erdoğan belki de hayatının en güzel, en anlamlı konuşmasını yaptı.. "Herkesin partisi olacağız" dedi.. "Uzlaşmacı olacağız" dedi.. Ama daha bu sözlerini yazan gazetelerin mürekkebi kurumadan Devlet Bahçeli teslim olduğunu ilan etti. Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanı seçilmesini önleyecek oy potansiyeline sahipken "Bu gücü kullanmayacağım" dedi. Böylece Erdoğan'ın uzlaşma aramasına gerek kalmadı.
Çankaya, AKP'ye, pardon Demokratlara teslim edildi. MHP'ye verilen oylar boşa gitti.
Peki ötesi..
"Çözülmüş ve dağılmış sağ" dedim yukarda.. Aynen öyle..
Demokrat geleneğini sürdüren ve güya o oylara sahip çıkması gereken Demokrat Parti tepe taklak gidiyordu.. Özal'dan kalan o büyük mirası Mesut Yılmaz'la tüketen ANAP da yok gibiydi.. Ama seçim öncesi doğan hava içinde Ağar Erkan Mumcu birleşmesi bir sinerji yaratacak gibiydi.
Solun karşısında olan, MHP'den geçmişi yüzünden ürken, AKP'den de şüpheleri bulunan sağcılar, bu yeni oluşuma çok sıcak baktılar.. DP ANAP birliğinin barajı aşması, hatta tahmin edilenden öte oy alması ihtimali belirdi.
Ama tam da bu sırada ne olduysa oldu.. Kim bastırdı, ne pazarlıklar yapıldı bilinmez. Ne Erkan Mumcu, ne Mehmet Ağar, bugüne dek toplumu ikna eden açıklamalar yapamadılar. DP ANAP işbirliği bir gece içinde çöktü. DP de ANAP da çöküntünün altında kalıp yok oldular.
Onlara gidecek "Sağ" oyların nerdeyse tümü AKP'ye döndü..
Yani..
2007 seçimleri, Deniz Baykal'ın kişisel ihtiraslarını yenemeyişi, Mehmet Ağar ile Erkan Mumcu'nun hâlâ bir sır olan kopuşu sonunda, yüzde 47 ile AKP'nin oldu.
AKP, ülkede sol yerinde sayar, hatta gerilerken, sağ partilerin hemen tümünün iflası ile, 1950'den beri sağın zaten almakta olduğu geleneksel oyları, ayakta duran ve iktidar şansı olan tek parti olduğu için topladı.
AKP seçim kazanmadı. CHP ve diğer sağ parti hezimetlerinden, yok oluşlarından yararlanıp, büyük bir güçle iktidara geldi.
Bu durumu en iyi bilen kişi de Recep Tayyip Erdoğan..
Bu yüzden seçim sonuçlarına fazla itibar etmiyor. Bu yüzden tüm devlet ve sivil toplum kurumlarını ele geçirip iktidarını kalıcı yapma mücadelesi veriyor..
Bu yüzden Cumhurbaşkanlığı kadar Futbol Federasyonu Başkanlığı'nı da ele geçirmeye önem veriyor.
Geçiriyor da..
Ve de bu ülkenin entelleri, Demokratları, hoş görülü özgürlükçüleri, gözleri kapalı, daldıkları hayaller içinde "Ne varmış" diyorlar..
Ne varmış, bir ilkokulda öğrenciler, haremlik selamlık okuyorlarsa..
Ne varmış 8 yaşındaki kızlar derslere sıkmabaş girip sınıfta namaz kılıyorlarsa..
Ne varmış İstanbul Belediyesi yalnız kız öğrenciler için "Harem" otobüsleri kaldırıyorsa..
Ne varmış, tesettür tatil köylerinin sayısı hızla artıyorsa..
Ne varmış, bir takım üst düzey bürokratlar, eşi sıkma baş olanlardan seçiliyor ve ülkede terfi için sıkma baş eşi olma tercihi gibi bir durum yaratılıyorsa..
Bir varmış.. Bir yokmuş..
Fazıl Say'ın cehenneme kadar yolu var!..