HİKMET'LE nerdeyse beraber taşındık İstanbul'a.. Ankara'dan.. O karşıya yerleşti, ben bu yana.. İkimiz de mesleklerimizi sürdürdük.. Ben gazeteci, o göz doktoru..
Dostluğumuzu da sürdürdük.. Hikmet sık sık ziyarete gelirdi Gelişim Yayınları'nda beni.. Ali'yle, Ercan'la tanıştı. Zaten sevecen, zaten dost canlısı adamdır..
Bir gün "İlle bize yemeğe geleceksiniz" dedi.. "Bizim hanım size elleri ile hazırlayacak.." Öyle ısrar etti ki, kalktık gittik sonunda..
Mesude Kandemir ile orada tanıştı herkes.. O muhteşem sofranın başında.. Çeşit sayısını bilmiyorum.. Her birinden bir gıdım tadarak ölesiye doyduk, anlayın..
Nasıl bir Türk sofrası.. Nasıl bir lezzet..
Hikmet'e takıldım.. "Sen doktorluğu bırak, ben gazeteciliği.. Koyalım Mesude'yi mutfağın başına.. Bir restoran açıp kısa zamanda köşeyi dönelim" diye..
Dönüşte yol boyu yemekleri konuştuk, Ercan ve Ali ile..
Bir daha davet ettiğinde Hikmet, Ercan dedi ki, "Bir şartla.. Az çeşit yapsın da, doya doya yiyelim.." Söz verdi Hikmet, ama Mesude'nin gönlü dursa eli durmuyor..
Nasıl tatlı, nasıl hoşsohbet, nasıl konuksever dostumuzdu Mesude.. Nasıl efsaneydi davetleri..
Geçmiş zamanla yazıyorum..
Geçen hafta kaybettik Mesude'yi..
Ercan yukarlarda onun davetlerini mi özledi ne?..
Hikmet'in acısını tahmin ediyor, ama edecek laf bulamıyorum..