Zaman zaman bir soru soruluyor bana: "Aaa, sen de mi tiyatro oyunculuğu yaptın?"
Evet, beş yıl kadar süren bir tiyatro oyunculuğu dönemim oldu. 1960'ların ortalarında kendimi sahnede, Refik Erduran'ın Direkler Arasında'sının Hüsmen Pehlivan'ı olarak buluverdim. Haldun Taner'in Keşanlı Ali Destanı'nda, Zilli Zarife'sinde, Yaşar Kemal'in Teneke'sinde, Aydın Engin'in Aykırı'sında, Güngör Dilmen'in Kurban'ında, Gogol'un Palto'sunda oynadım.
Kötü bir oyuncuydum. Ama benim gibi oyuncuların sayısı az değildi. Bu yüzden pek dikkati çekmiyordum. Sonunda, kendi kendime, "Bu işi başaramıyorsun. Zaten başarmak için de bir çaban yok," dedim, oyunculuğu bıraktım.
***
Hani, oyuncuların
"hayran"ları olur ya, beş yıl içinde benim de topu topu iki hayranım oldu.
Biri bir kasaptı. Tiyatroya mektup yazarak imzalı fotoğrafımı bile istedi! Gönderdim. Günün birinde sahne arkasına geldi; kendini tanıttı. Edebiyattan söz etmeye başladı. Şiir yazıyormuş. Beni de şair olarak tanıyormuş. O zaman, hayranlığının oyunculuğumla ilgisi olmadığını anladım.
İkinci hayranım İzmir'de bir köfteciydi. Fuar bahçesinde derme çatma bir yerde
"üçüncü
sınıf" köftecilik yapıyordu. Biz de yanındaki Manolya Bahçesi'nde
Keşanlı Ali Destanı'nı oynuyorduk.
Oyunun sonlarına doğru, ben (
Manyak Cafer), nara atarak seyircilerin arasından geçiyor, Keşanlı Ali'yi öldürmek için sahneye fırlıyordum.
Bir gece yine naramı patlattım, tabancamı havaya sıktım. Bağırarak sahneye doğru ilerlerken, yarı karanlıkta bir adam,
"Abim! Abim!" diyerek ayaklarıma kapandı. Kendimi sahneye zor attım.
Yandaki köfteciymiş bu. Artık her gece oyuna geliyor, önde yer bulmuşsa ayaklarıma kapanıyor, arkalarda kalmışsa, ben nara atınca o da bir nara patlatıyordu!
Bana hayran değildi aslında, Manyak Cafer'e hayrandı!
***
Ertesi yaz yine İzmir'de oynuyorduk. Haldun Taner'in
Zilli Zarife oyununda
Zarife'nin kocasıydım. Ölüyordum. Vasiyetim okunuyordu sahnede. Daha doğrusu, sahne arkasında bir mikrofonla vasiyetimi ben okuyordum. Sahnedekiler de sesimi dinliyordu.
Bir akşam oyuna gelirken bizim köfteciyle karşılaştım Fuar Bahçesi'nde! Yanında bir arkadaşı vardı. Koşarak yanıma geldi.
"Abim! Abim!" diye bağırarak ellerime sarıldı.
Sonra arkadaşına döndü.
"Bak," dedi.
"Abimi iyi tanı. Görünmez hoparlörle temsile mevzu veriyor!"
***
Oyunculuğum sırasında uslu durmazdım.
Keşanlı Ali Destanı'nda,
Teneke'de,
Direkler Arasında'da,
Zilli Zarife'de, özellikle
Umur Bugay, Şükrü Üstün , Ege Ernart az çekmemişlerdi benden.
İki hemşehrim,
Mehmet Akan'la sonradan
Yabancı Damat'ın Dede'si olarak hak ettiği üne kavuşan
Arif Erkin de.
Bir örnek verip
Zilli Zarife'de yaptıklarımı anlatarak keseyim; yoksa bunlar başlı başına bir kitap olacak.
Ege Ernart, salonda, seyircilerin arasında oturan bir sivil polisi canlandırıyordu.
Oyunun bir yerinde sahneye fırlıyor, randevu evini basıyordu. Açtığı kapılardan "
müşteriler" çıkıyordu: Ben,
Ahmet Üstün , Şükrü Üstün , Zeki Dinçoy...
Ege'ye bu oyunu hazırlamak için bir hafta uğraştım. Zavallı Ege, başına geleceklerden habersiz, salonda oturuyor. O sahne geldi, Zarife'nin evini basarak ilk kapıyı açtı.
Benim yerime Hakan Karakaş çıktı kapıdan. Sözlerimi o söyledi. Ege de,
"Ülkü kendi yerine bir başkasını çıkardı," diye düşünerek ikinci kapıya yöneldi.
Kapıdan
İlhan Daner çıktı. Don gömlek.
"Ben manyak bir adamım, ağabey," diye başladı söze. Ege şaşırdı. Başladı gülmeye. Üçüncü kapıya gitti. Karşısında Haldun Taner! Oyunun yazarı! Arap şeyhi kılığında. Haldun Bey bir de "tirad" yazmış kendine, onu söyledi.
Dördüncü kapıdan ahçı kılığında
Muzaffer Hepgüler, beşinci kapıdan da geceliğiyle, takkesiyle
Celal Sururi çıktı.
Son kapıyı açmasıyla kapatması bir oluyordu Ege'nin. "
Eyvah, müsteşar!" diyordu. Kimse çıkmıyordu içeriden.
Ama o gece çıktı. Yusuf Sururi, "
Huzurumu ihlal ettin bre nabekâr!" diyerek uzun yaşamında ilk kere adım attı sahneye. Oyun yazarıydı. Kardeşleri sahnedeydi her gece. Ama o, bir tek kere, o gece seyirciyle karşı karşıya geldi.
Oyundan sonra da ağladı.
"Sahneye çıkmak o kadar zor değilmiş meğer. Keşke daha önce de çıksaymışım," diye.