Mıstık en sevdiğim dostlarımdan biriydi. Onun kadar saf yürekli, içi iyilikle dolu bir insana rastlamak kolay değil. Onun kadar çocuk kalanını ise hiç görmedim. İşini seveni, ona özen göstereni de... Temizliğin, duruluğun, saflığın, sevincin simgesiydi sanki.
Karikatürlerini de, yarattığı "Uzay Çocukları" çizgi-romanını da unutamıyorum.
Adını Nişantaşı'nda bir parka verdiler. Kapalı otoparkın yanındaki küçük park Mıstık Parkı oldu.
***
Mıstık Parkı, özellikle akşama doğru kedilerin, köpeklerin lunaparkıydı sanki. Gün boyunca uçuşan güvercinlerin de...
Semtin hayvanseverleri, Şişli Belediyesi'nin işbirliğiyle kedi evleri kondurdular parka. Tam girişe, çimlerin üstüne üç küçük kedi evi, mama ve su kapları yerleştirdiler. Aralarında işbölümü de yaptılar. Her gün bir hayvansever kedilere mama veriyor...
Güzel, örnek bir davranış, değil mi?..
***
Ama sakıncalar da kısa sürede ortaya çıktı.
Önce güvercinler azaldı. Kedilerin
"şerrinden" kaçmak isteyen güvercinler için bir başka köşe ayrıldı parkta. Ama kediler bunu bilemedikleri, kendilerinden de geçiş belgesi istenmediği için sınırı aşar oldular. Parktaki mini doğal denge kısa sürede bozuldu.
Veteriner dostumuz
Ali Bey de aynı görüşte...
"Siz hiç geceleri sokakta kalan kedi gördünüz mü?" diyor.
"Hepsinin sığınacak gizli bir yeri var... Onları böyle bir araya toplamak sakıncalı..."
***
Kedi evleri, kediseverlerle birlikte kedisavarların da ilgisini çekti.
"Aaa, burada kedi besleniyor. Dur, benimkini de getirip şuraya bırakayım" diye düşünenlerin sayısı arttı.
Onlarla birlikte kedilerin de sayısı arttı.
Bir gün gördüğünüz minicik yavruların yerlerinde ertesi sabah yeller estiğine tanık olmaya başladınız. Ya da ölülerini görmeye...
***
Günün birinde
Neslihan'la parktan geçerken bembeyaz bir kediye ilişti gözümüz. Dört tane de minicik yavruya.
Sonradan öğrenecektik, Bomonti'den getirip atmışlar anneyle yavrularını.
Dört yavrunun üçü bir gün içinde telef oldu. Dördüncüyü alıp eve getirdik. Neslihan onu biberonlarla besledi. Birkaç gün içinde oyunbaz bir neşe kaynağı oldu yavru.
Ama evin içinde üç kedi zaten var.
Renkli, Bico, Pofuduk... Onların şerrinden kaçınmak kolay değil. Ayrıca, veteriner dostumuz Ali Bey'in de ültimatomu hep kulaklarımızda:
"Sınır üç kedi!"
Yavrunun bir de serüvenini öğrendik. Parkın önündeki arabalardan birine girmiş. Ön kaputun altında Beykoz'a kadar gitmiş. Beykoz'da farkedilmiş durum. Neyse ki, arabayı kullanan hanım merhametli biriymiş. Sokağa atmayı yüreği kaldırmamış, getirip yine parka bırakmış.
Yavruyu sahiplendirdik. Sevgili
Moris Bey aldı onu, götürdü.
***
Anne ne olacak? Bembeyaz bir Van kedisi... Ötekiler gibi kendini savunamıyor. Üstelik bir daha anne olmak istiyor anlaşılan...
Neslihan dertli...
"Ne olacak bu kedi?"
Sonunda veterinere götürdü onu. Kısırlaştırdı, tüm aşılarını yaptırdı. Geçici bir süre için de eve konuk etti.
Bembeyaz'ı Neslihan'ın ağabeyi
Harun'un odasına koyduk. Harun'un onunla koyun koyuna yatan sevgili Renkli'si yerinden oldu, kendini koridorda buldu birdenbire, salonu mesken belledi.
İçeride garip bir şeyler döndüğünü sezen Bico'yla Pofuduk da Harun'un kapısında nöbet tutmaya başladılar.
***
Dünya tatlısı bir kedi Bembeyaz. Hiçbir talebi yok. Kaçmak istemiyor. Odaya açılan arka balkondaki yatağından çıkmıyor.
"Ne isterseniz yaparım, beni buradan atmayın, yeter" gibilerden bir hali var.
Mama için bile miyavlamıyor. Önüne konulan mamasını yiyor, kumunda
"ihtiyaç molası" nı veriyor, yatağına uzanıp bütün gün yatıyor. Kendini de bir güzel okşatıyor.
Tanıdıklara haber saldık.
"Böyle bir kedi var... Yok mu talibi?" diye.
Kaya Beyler,
Adalet Hanımlar,
Zahit'ler de seferber oldular.
Sonunda yeşil ışık belirdi. Çengelköy'den bir telefon. Bir genç kız kediyle ilgileniyor.
Cuma günü geldi.
Sıdıka Şen... Londra'da eğitimini tamamlamış. Pırıl pırıl biri. Baktım, Neslihan'ın da gözleri pırıl pırıl. Genç kız içine sindi. Bembeyaz'a iyi bakacağına inanmış.
Bembeyaz'ı gönül rahatlığıyla
"sahibe"sine teslim ettik.
***
Ettik ama, parktaki öteki kediler ne olacak... Dün öğrendik, iki yavru daha atılmış.
Kedi evlerinin açılışında yaşanan coşku yerini yavaş yavaş karamsarlığa bırakıyor.
Ne yapalım, huyumuz bu... Enine boyuna düşünmeden, güzel bir iş yapıyoruz diye sıvıyoruz kolları.
Sonra?
Sonrası Allah kerim.