Torreira'nın şutu direkten dönüp, Livakovic ile buluşup ağlara gittiğinde, maçın devranı da döndü. Kadıköy'ün atmosferi, maçın önemi, Mourinho'nun planları ve ilk dakikalardaki Fenerbahçe dalgalarını getirdi. Maximin güdümlü füze gibi gidiyordu rakip kalenin üstüne. Pozisyonlar üst üste gelirken, taç atışından gelen topu uzaklaştıramadı Fenerbahçe defansı. Şok golün üstüne Osimhen-Mertens yapımı usta işi, ikincisi de geldi. Okan Buruk'un Galatasaray'ı oyunun kontrolünü tamamıyla ele geçirip, Mourinho adına ortada plan da bırakmadı. Devre bittiğinde, ikinci yarıdaki gollerin de habercisi olan, iki kale arasında gidip-gelen tempolu bir futbol kaldı akıllarda. Sonrasında hamleler beklendi. Mourinho, Amrabat ile orta saha direncini onarmak istedi. Ama sadece Maximin üzerine kurulu oyun planında, uzun ve yüksek toplara dönen bir takım vardı. Sanki orta sahasız oynuyorlardı. Fred ve Syzmanski de bu ritmin içinde varlık gösteremediler, Tadic'in, Dzeko'nun ustalığı da rafa kalktı.
Sara'nın taç atışından gelen topla üçüncüyü atması, yoruma açık penaltıyla gelen Dzeko golüyle, maç kendi kaosuna kavuştu. Mourinho hücumcuları sürdü sahaya teker teker, Buruk, yorgunları kenara çekip, Barış'ı da beke atarak defansını beşledi. Sonuç, şampiyonluk yarışında avantaj da moral de Galatasaray'a geçti. Galatasaray belki bir sezonda gördüğü sarı kartı, tek maçta hanesine yazdırdı. "Sadece bir maç" diyerek derbiyi yorumlayan Mourinho da 'gerçeklerle' tanışmıştır umarım. Bu yenilginin fiziki yıpranmasını belki sarar ama takım ve taraftar üzerinde mental darbe için çok uğraşması gerekecek.