Türkiye neden Suriye'de, Türkiye neden İdlib'de sorularının temel ve en geniş cevabı çok basit aslında: Türkiye, 100 yıllık bağımsızlık mücadelesi için orada. Bir asır önceki dayatılan haritalar, antlaşmalar gerçekleşmeyince; bu hayalleri kuranların rövanşı şimdi yine aynı coğrafya üzerinden alınmaya çalışılıyor.
Jeopolitik anlamda tam bir fay hattının tam da göbeğinde bulunan Türkiye; bir asırdır verdiği mücadelede aslında yolun sonuna geldi. Bu yolun sonunda ya uçurumdan düşecek ya da eskisinden daha da kararlı ve güçlü bir şekilde yoluna devam edecek.
En uzun sınırımızın olduğu Suriye'de 9 yılı aşkın süredir devam eden iç savaşın etkilerinin; on binlerce mil ötedeki ülkeleri değil, elbette bizi çembere alacağı kesin iken; bizden önce alakasız bir dolu ülkenin burada hak ve pay sahibi olduğunu iddia eden müdahalelerine Türkiye aslında çok geç katıldı. 15 Temmuz'a kadar ordu içinde etkili olan FETÖ'cü yapı direndi. Suriye'de herhangi bir atılım ya da açılım yapamamız da ondan. Elbette sebebi ortada, uzun uzadıya anlatmaya gerek yok sanırım.
Ne zaman ki; 15 Temmuz 2016'da darbe kalkışması oldu ve ordu içindeki FETÖ'cü yapı temizlenmeye başlandı; böyle bir darbenin üzerinden 1 ay geçmeden biz Suriye'de gecikmiş müdahalemizi yapabildik. Çünkü; Suriye'nin bizim için bir beka sorunu olduğu ve bu yaraya neşter atılmadığı takdirde kangrene dönüşüp; malum emperyalist ülkelerin 100 yıllık hayallerinin gerçekleşmesi için önünde engel kalmayacağına uyandık ve gereğini yaptık.
Kandil gecesi yiğitlerimizi şehit eden saldırı olduğunda Başkan Erdoğan işte tam da bu noktaya dikkat çekti: "Senaryonun asıl hedefi Suriye değil, Türkiye!"
Önünde arkasında başka detay ya da yorum aramaya gerek yok. Her şey çok açık. Ve; eğer biz bugün Suriye'de olmaz isek ya da Suriye'den çıkar isek; işte o zaman yok oluruz.
Barış istiyorsan savaşa da hazır olacaksın. Genel geçer bir sözdür bu. Nitekim; Büyük Atatürk'ün "Yurtta sulh cihanda sulh" sözünü elbette şiar edindik. Ama söz konusu vatan ise ve bölünmez bütünlük ise; savaşın da göze alınacağını biz Ata'mızdan öğrendik.
Bahar Kalkanı ile, bize yapılan kalleşliğe misliyle cevap verirken, bir yandan da diplomasinin bütün yollarını kullanmaya da devam ediyoruz. Bunu yaparken, devlet aklıyla, devlet adamı sorumluluğuyla bakıyor, değerlendiriyor ve ona göre adım atıyoruz. Gerek ABD, gerek Avrupa ülkeleri ve AB, gerek İran ve gerekse yarın Moskova'da Putin ile yapacağı görüşmede; tam da bu noktada Başkan Erdoğan.
Şu ana kadar başta Rusya ve ABD olmak üzere devredeki bütün devletlerin attıkları adımlar; Türkiye'nin kararlılığını ve nereye kadar cesaret edebileceğinin test alanı gibiydi adeta. Ama sonuç ortada; ABD'ye rağmen yapılan operasyonlar, Rusya'ya rağmen yapılan operasyonlar ve hava saldırıları ve bilanço; karşımızdaki rejim güçleri için hayli ağır. Bizim artık sözleri dinlemek değil, sahada karşılığını görmekten başka yolumuz yok. Aksi takdirde; ya herru ya merru...