Dramayla ilgilenen herkes "Çehov'un tüfeğini" bilir. Zira dramatik bir ilkedir: "Şayet duvarda asılı bir tüfekten bahsetmişseniz, sonraki bölümlerde o tüfek ateşlenmelidir."
"Dramatik ilke" diye burun kıvırmayın sakın, gerçeğin ta kendisidir.
Üstelik, artık duvarda asılı olan tüfek de değildir; insanlığın sonunu getiren nükleer silahlardır.
Takdir edersiniz ki, nükleer silahlar olmasaydı, "nükleer savaştan" da kimsecikler söz edemezdi. Zira, olmayan silahların savaşı fazlasıyla "fantastik" olurdu.
Gelgelelim, tüm dünyayı yakıp kavuracak kapasitede nükleer silahların varlığı da apaçık bir gerçek. Bir gerçek daha var: "Nükleer savaş" gündelik sözlerimiz arasında rahatlıkla yer almaya başladı.
Demek ki savaşların ne kadar felaket bir şey olduğuna dair onca roman, onca şiir, onca sinema eseri modern insanın vahşilikten kurtulmasına yetmedi, yetmeyecek.
Soykırımların Hitler'le kapanan bir parantez olduğuna dair umut da Gazze soykırımıyla yok olup gitti.
***
Şu hâle bakar mısınız:
Ukrayna'nın
Rusya'nın Kursk bölgesine Alman yapımı tanklarla saldırısını Alman
Bild Gazetesi "tarihsel bir geri dönüş" olarak nitelendirebiliyor.
Medvedev de buna mukabil Rusya'nın da
Berlin'de "tarihsel bir geri dönüş" yapabileceğini ihsas edebiliyor.
Çok değil beş on sene evvel bu tarz lakırdılar edenleri kuvvetle muhtemel bir kliniğe yatırırlardı.
Şimdilerde nükleer savaştan söz etmeyen kalmadı.
İlkin Rusya Devlet Başkanı
Putin, Batı'nın tehditlerine karşı "Rusya'nın olmadığı bir gezegenin anlamsızlığından" dem vurarak "nükleer savaşı" dillendirmişti.
New York Times'ın geçen günkü haberine göre Beyaz Saray da Amerikan ordusuna Rusya,
Çin ve
Kuzey Kore'ye karşı muhtemel bir nükleer savaşa hazırlıklı olmaları talimatı vermiş.
Belarus Cumhurbaşkanı
Lukaşenko da Rus devlet televizyonuna verdiği demeçte NATO'nun Ukrayna'ya birlik göndermesi ihtimali üzerine, "Hem taktik hem de stratejik nükleer silah kullanılacak" dedi.
Demem o ki hiçbir dönemde nükleer savaş bu denli terennüm edilmedi.
***
Tarkovski'nin nükleer savaşa karşı çözüm önerisi özveri ve inançtı.
Kurban (1986) filmindeki
Alexander karakteri "inanç ve özverinin" ete kemiğe bürünmüş hâliydi.
Mezkûr filmin başlangıcında
Nietzsche'den söz eden nevi şahsına münhasır postacı
Otto, Alexander'in bir sorusuna şöyle cevap verir:
"İnsan hep bir bekleyiştedir..."
El hak öyledir...
Mehdi'yi bekleyen,
Godot'yu bekleyen,
Armageddon'u bekleyen, ila ahir.
Hülasa, zalimler de bekliyor, mazlumlar da. Korkunç ölümcül silahlarıyla Deccaliyet mi kazanacak yoksa Gazze'deki mazlumların ahı zalimleri mi yakacak göreceğiz...
"Ve bekleyin, şüphe yok ki biz de beklemedeyiz." (Hûd Süresi, 122. Ayet)
Birinci Dünya Savaşı'nda zulme maruz kalan hangi mazlumun "Ya Rabbi zalimleri birbirine düşür!" duası kabul oldu da İkinci Dünya Savaşı'nda 75-80 milyon insan öldü, bilemem.
Benim bildiğim şudur: Gazze'de "Ya Rab! Ya Rab!.." diye ağlayarak yalvaran o minicik kız çocuğunun duası bir gün tutacak.