CEO'su olduğu Alman firması BioNTech'in Kovid-19'a karşı aşı geliştirmesini sağlayan Türk bilim adamı Uğur Şahin ötekileştirilmeye maruz kalan tüm göçmenlere müthiş bir itibar kazandırdı.
Evet, tüm göçmenlere. Türk düşmanı olan göçmenler hariç değil...
Avrupa Parlamentosu ve Alman Meclisi'nde düzenlenen "Avrupa'da göç ve iltica" konferanslarında bir Alman milletvekili Türkiye'nin güneyinden (Hatay) 4 yaşında göç eden, Ford fabrikasında çalışan bir işçinin çocuğu olarak üniversiteyi "yılın en iyisi" olarak bitiren Uğur Şahin'den sitayişle bahsettikten sonra şöyle dedi: "Şimdi hepimiz için aşıyı yapıyor... Entegrasyon hakkında yine konuşacak olursanız böyle insanları düşünün... Bizler buraya geldikleri ve böyle başarı sağladıkları için çok mutluyuz..."
Alman milletvekilinin konuşması tahmin edeceğiniz gibi alkışlarla karşılandı.
Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz
Soru şudur:
Değerli bilim adamı Uğur Şahin Almanya'daki koşulları Türkiye'de elde etmiş olsaydı ve bir Türk firmasının CEO'su olarak aynı aşıyı geliştirmiş olsaydı ne olurdu?
İlkin sömürge zihinlerin doğal refleksi devreye girer, "Bizdenadamolmazcıların" hışmına uğrardı.
Sonra da "Türk aşısından ne olur!" şeklinde aşağılamalara maruz kalırdı.
Fakat hakikatin önünde hiçbir şey ilanihaye duramaz, bir şekilde aşılırdı.
Gelgelelim, bütün bunlardan maada bambaşka bir şey daha olurdu. Hem de henüz aşı araştırma safhasında...
O olacak olan şeyi, Aselsan cinayetlerinden biliyoruz.
Toryum ve enerji konusunda dünyanın dikkatini çeken Prof. Engin Arık'ı da unutmuş değiliz. Hani AtlasJet uçağının 2007'de düşmesi(!) neticesinde 57 değerli bilim insanıyla birlikte hayatını kaybetmişti.
Demem o ki daha aşıyı bulma aşamasında Uğur Şahin'in başına kuvvetle muhtemel bir iş gelirdi.
Uzak ihtimal mi dediniz.
Hadi öyle olsun.
Peki, Uğur Şahin'in geliştirdiği aşıyı ondan evvel İran'da bir bilim adamı bulsaydı yine uzak ihtimal der miydiniz?..
Şimdiye değin birçok İranlı bilim adamını öldürdü İsrail rejimi...
Daha birkaç gün evvel İran'ın dünya çapındaki nükleer fizikçisi Prof. Muhsin Fahrizade'yi katletti.
Diyeceksiniz ki o hem İranlı hem nükleer fizikçiydi, Uğur Şahin gibi doktor değil.
Ona bakarsanız Uğur Mumcu da sadece gazeteciydi...
Ceyhan Mumcu kardeşi Uğur Mumcu'nun katledilmesinden 17 gün evvel kaleme aldığı MOSSAD yazısı nedeniyle İsrail Büyükelçisi'nin tam 4 kez arayarak ısrarla görüşmek istediğini, yapılan görüşmeden kısa süre sonra da suikasta uğradığını anlatmıştı.
İsrail için hiç fark etmiyor; tehdit değerlendirmesi içinde gördüğü herkes hedefinde.
Zaten başbakanları Netanyahu da Prof. Muhsin Fahrizade'yi hedef göstermişti.
Nihayetinde kendisinde "öldürme hakkını" gören bir rejimden bahsediyoruz.
O kadar ki, Prof. Muhsin Fahrizade'yi "öldürme haklarını" yarım ağızla da olsa kınayan Avrupa Birliği'ne İsrail İstihbarat Bakanı Eli Cohen hakaret etti.
Nasıl olur da "öldürme haklarına" dil uzatılabilirdi ki!...
Zaten Prof. Muhsin Fahrizade'ye yıllar önce suikast düzenlemişler ama başarısız olmuşlardı.
Bu suikastlar İran filmlerine de konu olmuştu.
Behruz Efhami'nin senaryosunu yazıp yönettiği Tilki (Rubah, 2015) bunlardan biri.
Gerçek olaylara dayandığı belirtilen söz konusu filmde Netanyahu'ya bağlı Sayeret Matkal biriminden üst düzey bir ajanın sıra dışı suikast girişimine İran güvenlik güçlerinin nasıl engel olduğu anlatılıyordu. Sorgu neticesinde deşifre ettikleri ajanları ilgili ülkelere bildirdiklerini (bunların içinde Türkiye'deki İsrail ajanlarının adları da vardı) dermeyan etmişlerdi.
Peki neden yıllardır hedefte olan dünya çapındaki fizikçileri Prof. Fahrizade'yi koruyamadılar?
Gaflet mi yoksa hiç tahmin edemedikleri çok yönlü "tilkiliklere" mi maruz kaldılar?
Rivayetler muhtelif...
Benim bildiğim şudur: Suikastlara engel olacak olan sadece caydırıcılıktır.
İran'ın dilemması tam da burada başlıyor.
Yarın da bunu konuşalım.