Chomsky'nin "Amerikan Rüyası İçin Ağıt"ını görmüşseniz, bütün dünyaya musallat olan finans kapitalist sistemin hangi şeytanlıklar üzerinde yükseldiğini adamakıllı idrak edersiniz.
Dünya sistemi hakkında hiçbir bilginiz olmasa da tek başına mezkur belgesel yeter.
İdrak deyip geçmeyin, her şey idrakle başlar. Sisteme mahkum olmaktan kurtulamasanız da "itiraz etmek" hakkınız mahfuz kalır. Bu da yarınlar adına hiç değilse bir umuttur.
Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz
Ya idrak melekeniz mefluç hale getirilmişse, yani, beyniniz işgal altındaysa?
Adı lazım değil o diziden bin kat daha fazla üzerinde durmak, düşünmek, adamakıllı teşrih masasına yatırmak gereken bir belgesel (Social Dilemma) yayımlandı Netflix'te.
Yazık ki hakkıyla üzerinde durulmadı.
Facebook, Twitter, Pinterest, Google gibi uygulamalara katkı sunan (Silikon Vadisi'nde vaktiyle bulunmuş ama etik nedenlerle bırakmış) profesyonellerle yapılan röportajların yer aldığı bir belgesel bu.
İçlerinden biri, "Kimse sizin iyiliğinizi düşündüğü için bu kolaylıkları sunmuyor" diyordu, "Ürüne para ödemiyorsanız ürün sizsiniz..."
Silikon Vadisi'nin mottosu da bu zaten.
"Nasıl yani, ürün ben miyim? Madem pazarlanan bir ürüne dönüşmüşüm bundan neden benim haberim yok?" diyebilirsiniz.
Kullanıcı veya bağımlı olmak böyle bir şey.
Haberiniz bile olmaz!
Balıklar da denizde olduğunu bilmez. (Ol mâhiler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler.)
Mezkur belgeselde bahsedilen bir araştırmaya göre sosyal medyada yalan haber doğrusuna nazaran 6 kat daha hızlı yayılıyor.
Bu da (sosyal medyada 6 kat daha fazla çevrimiçi olmamıza neden olduğu için) yalan haberden 6 kat daha fazla kâr elde ediyorlar demektir.
Sahi bu sosyal medya / sosyal ağlar nasıl para kazanıyor diye hiç düşündünüz mü?
"Reklamlardan" mı dediniz?
Hayır, o kadar basit bir ağ değil bu.
Mezkur belgeselde sosyal medya dışında müşterilerine "kullanıcı" diyen tek "sektörün" uyuşturucu sektörü olduğu vurgulanıyor.
Tam da bu işte!
Sosyal medya "kullanıcısı" olarak her şeyi kendi irademizle seçtiğimizi sanıyoruz oysa bize kendimiz seçiyormuşuz gibi hissettiriliyor sadece.
Karşımıza çıkarılanlar çokluk bize dair topladıkları datalara göre belirleniyor.
Hepimizin sanal kimlikleri / profilleri var. Girdiğimiz her site, tıkladığımız her şey bu profili tamamlamalarına ve bu profile uygun bilgi akışını sunmalarına yarıyor.
Sosyal medyanın kullandığı yapay zekalar bizim kaçta uyandığımızdan ne yediğimize kadar bilgi sahibidir.
Müneccim olduklarından değil elbette, bizzat bizim "kullanıcı" olmamızdan edindikleri "bilgiler" bunlar.
Hatta çevrimiçi olma saatlerinize göre mola verip vermediğinizi, hangi resme kaç saniye baktığınızı da biliyorlar...
Her şeyden önemlisi hepimize farklı haberler, farklı "gerçeklikler" sunuluyor.
Halbuki biz Twitter'da (timeline'da) aynı şeyleri görüyoruz sanıyoruz.
Sosyal medyada farklı gerçeklikler / haberler üzerinden öylesine bir kutuplaşma oluşturulabilir ki isterlerse bir toplumu "iç savaş"a götürebilirler.
Sosyal medyaya mesafe koymak mümkün mü peki?
İnsanların tek bir parmağıyla (ekranı aşağı kaydırarak) anında yeni bir bilgiye, görüntüye ulaşabilmesi, "öğrenme açlığını" en kolay yoldan gidermesi inanılmaz bir tatmin yolu. Fakat zamanla korkunç bir bağımlılığa (kullanıcılığa) neden olan bir yol bu.
Modern insan müptelası olduğu bu yoldan "Faydasız ilimden Allah'a sığınırım..." sırrına ermeden kurtulamaz.