Uzaktan akrabamızdı, bıyıklarından ağzı görülmezdi, "bunun ağzı nerde" diye bakardım o konuşurken.
Orta mektep talebesiydik. Kurtarılmış mahallelerden geçerek evimize vardığımız yıllardı. Bu akrabamızla bir gün Türkiye - Rusya müsabakasını izlemiştik.
Tabi o dönemde Rusya değil SSCB denirdi.
Malumunuz, 17 Ekim devrimiyle Lenin önderliğinde Rus İmparatorluğu yıkılmış Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) 22'de kurulmuştu.
Zaten biz Rusya deyince akrabamız "Rusya değil Sovyetler" diyerek anında düzeltirdi.
Halbuki, toplumsal hafızada Rusya olarak yer etmişti, hatta bizim oralarda çoklukla Moskof denirdi.
Maç esnasında Rusya (dönemin SSCB'si işte) her gol kaçırdığında akrabamız müthiş hayıflanmış, dövünmüş, ben de şaka yapıyor sanıp gülmüştüm.
Ne zaman ki Rusya gol attığında "goool" diye sevinçle ayağa fırladı, şaka yapmadığını anladım.
Lakin bu sefer de takımları karıştırıyor sandım. Golü biz değil onlar attı, dedim.
O andan itibaren bıyıklarının içinden kelimeler adeta sökün etti. "Onlar dediğin biziz gerçekte; Sovyetler, emekçiler, devrimcileriz" diye başladı "Kahrolsun ABD emperyalizmi" sloganıyla bitirdi.
Ben haliyle şoke olmuştum. Fakat babam hiç aldırış etmemiş maçı izlemeye devam etmişti. Akrabamız gider gitmez yabancı bir cisimle temas etmişçesine, "Bu nedir" diye sormuştum. Hayır, "ideolojik körlük böyle bir şeydir" demedi babam. Halbuki, Cemil Meriç'ten naklen, "sloganlar idrakimize giydirilen deli gömlekleri" gibi afili lafları sıklıkla terennüm eden babamdı.
"Bunlar böyle" dedi sadece, dudağının kenarında beliren tuhaf bir gülümsemeyle.
Ki, aynı gülümsemeye Ortahisar'a çıkan yokuşun kenarında kendisine yardım edenlere uygunsuz hareketler yapan bir "meczuba" muttali olduğumuzda tanık olmuştum.
O akrabamız şimdi yanında bir yığın "emekçi" çalıştıran bir işadamı. Aynı zamanda sıkı bir muhalif. Bıyıklarını da çoktan kesmiş, sinekkaydı vaziyetinde. Türkiye - ABD maçı olsa hangi takımı tutar bilemem ama ABD'nin Türkiye'ye yaptırım yapma ihtimalini çok seviyor. Eskiden olsa "bunlar böyle" der, gülüp geçebilirdik. Zira tek tüklerdi. Şimdi muhaliflerin çoğu ne yazık ki böyle.
Böyle dediğim, bizzat Türkiye'ye muhalifler!
Başkan Erdoğan'ın son ABD ziyareti sonrası ortaya koydukları tavır tastamam bunun göstergesi.
O kadar ki, her yurtseverin ayakta alkışlaması gereken şu soruyu sorduğu için Hilal Kaplan'ı linç ettiler: "Sayın Başkan (...) YPG elebaşı, kod adı Mazlum Kobani olan teröristi Beyaz Saray'a davet ettiniz. Kendisi 164 asker ve 48 sivilin ölümüyle sonuçlanan, Türkiye'ye yönelik en az 18 terörist saldırıdan sorumludur. Başkan Erdoğan'la bugünkü görüşmeniz sonrasında hâlâ onu Beyaz Saray'a davet edecek misiniz, ki bu Türk milleti için oldukça gücendirici ve üzücü olacaktır..."
Neden böyle?
Çünkü bilumum algı operatörleri marifetiyle (Erdoğan nefreti üzerinden) 2011'den itibaren sistematik şekilde zehirlendiler.
"PKK'ya teşekkür etmeliyiz" diyen Yeni Samanyolu TV'nin etki casusu mesabesindeki o sinsi algı operatörü Hilal Kaplan'ın mezkur sorusunu karartıp, Trump'un saçma sapan "derleştirisini" parlattı. Trump'ın mektubunu içine sindiremediklerini söyleyip duruyorlardı. Neyi içlerine sindiremediklerini gördük.
Daha dün harici bedhahlarla işbirliği içinde "diktatör" kampanyası yürüten bu dahili bedhahların içlerine sindiremedikleri Barış Pınarı harekatıyla müstevlilerin Sevr projesinin paramparça edilmesidir
Şunu kimsecikler aklından çıkarmasın:
Tüm dünya medyası diplomatik zaferinizi takdir etse de arazide ve masada kazansak da mahut algı operatörleri ve etki casusları sosyolojiyi zehirlemeye devam ettikleri (yani arkaya dolanıp iç cepheyi bozgunculukla çökerttikleri) sürece Türkiye maalesef kazanamaz.