Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun da katıldığı Atina'daki Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) Bakanlar Konseyi toplantısında Minsk Grubu eşbaşkanları ortak bir bildiri yayınladılar.
Mins Grubu, Yukarı Karabağ sorununa barışçı yollardan çözüm bulmak için 17 yıl önce AGİT bünyesinde oluşturuldu. 13 üyeden oluşuyor: ABD, Fransa, Rusya, Türkiye, Almanya, Belarus, Finlandiya, İtalya, Hollanda, Portekiz, İsveç ve elbette sorunun iki tarafı olarak Azerbaycan ile Ermenistan.
Grubun eşbaşkanlıklarını ABD, Rusya ve Fransa yürütüyor. İşte bu üç eşbaşkan ülkenin temsilcileri (ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı James Steinberg, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ve Fransa Dışişleri Bakanı Bernard Kouchner), Atina'da Azeri ve Ermeni mevkidaşları Edvard Nalbantyan ve Elmar Memedyarv ile görüştükten sonra bir bildiri hazırladılar. AGİT dönem başkanı Yunanistan'ın açıkladığı metin şöyle:
"Tarafları müzakerelerin yapıcı dinamizmini sürdürmeye davet ediyoruz. Ayrıca tarafların kalıcı çözümün Madrid İlkeleri'ne dayandırılması ve en kısa zamanda bir barış anlaşması imzalanması arzusunu da takdirle karşılıyoruz."
Madrid İlkeleri
Azerbaycan ve Ermenistan dışişleri bakanları da Minsk Grubu'nun bildirisine destek verdiklerini açıkladılar. Ne sevindirici bir gelişme...
Peki, bildiride sözü edilen "Madrid İlkeleri" ne? Cevap: Minsk Grubu'nun 29 Kasım 2007'de Madrid'de Azerbaycan ve Ermenistan dışişleri bakanlarıyla yaptıkları toplantıda belirlenen 4 ilke veya Yukarı Karabağ'da barış kapısını açacak 4 anahtar. Sayalım:
1- Yukarı Karabağ'a bitişik işgal altındaki Azeri toprakları (7 reyon) boşaltılıp Azerbaycan'a geri verilecek.
2- Yukarı Karabağ için Azerbaycan'ın toprak bütünlüğü ilkesini ihlal etmeyen geçici statü hazırlanacak.
3- Ermenistan ile Yukarı Karabağ arasında yeni koridor açılacak.
4- Yukarı Karabağ'ın nihai statüsü "Plebisit" ile belirlenecek.
Şimdi ikinci soruya geçelim: Peki, Azerbaycan ile Ermenistan, Minsk Grubu'nun Madrid İlkeleri'ne yaptığı vurguya neden sevindiler?
Çünkü, Bakü'ye göre, Azerbaycan'ın toprak bütünlüğü tescil ediliyor.
Çünkü, Erivan'a göre, Yukarı Karabağ'ın "Self-determinasyon", yani kendi geleceğini belirleme hakkı onaylanıyor.
Yani Azerbaycan, Madrid İlkeleri'nin sorunun Yukarı Karabağ'a Azerbaycan bünyesinde özyönetim hakkı tanınarak çözümünü öngördüğünü savunuyor. Ermenistan ise yine Madrid İlkeleri'nde "Self-determinasyon ile Azerbaycan'dan kesin olarak ayrılma ve bağımsızlığını ilan etme hakkının teslim edildiğini öne sürüyor.
La Haye'deki Divan
Geldik, üçüncü soruya: Hangisi doğru? Ya da kim haklı? Cevap: İkisi de!
Çünkü, BM Sözleşmesi'nde hem devletlerin toprak bütünlüğü, hem de halkların kendi geleceklerini belirleme hakkı güvence altına alınıyor!
Dahası BM Genel Kurulu 12 Aralık 1960'ta kabul ettiği kararla "Bağımsızlıklarını isteyen halkların bu talebinin hiçbir gerekçeyle geciktirilemeyeceğini" hükme bağladı.
Aynı BM Genel Kurulu 24 Ekim 1970'te kabul ettiği bir başka kararla ise "Self-determinasyon hakkının bağımsız ve egemen bir devletin toprak bütünlüğünü tehlikeye düşürecek veya parçalanmasına yol açacak girişimlerin aracı olamayacağını" ilan etti.
Gel de çık işin içinden.
İşte bu yüzden La Haye'deki Uluslararası Adalet Divanı'nın önümüzdeki yıl vereceği karar çok önem taşıyor. Divan, Sırbistan'ın talebiyle ve BM'nin onayıyla Kosova'nın bağımsızlığının meşruiyetini sorguluyor.
Gerçi Divan'ın kararı ne yönde olursa olsun Kosova için anlamı olmayacak, zira bağımsızlığın geri alınması ne söz konusu, ne de mümkün ama "Dondurulmuş ihtilaflar"ın çözümünde belki bir rehber işlevi görebilecek.
La Haye'deki Divan'ın "Toprak bütünlüğü" ve "Self-determinasyon hakkı" ilkelerini nasıl bağdaştırabileceğini veya uzlaştırabileceğini gerçekten merakla bekliyoruz...