Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ERDAL ŞAFAK

Hangi demokrasi?

İsviçre'deki minare yasağı referandumuna AB Dönem Başkanı İsveç'in Göçmen Bakanı Tobias Billstrom ilginç bir yorum getirdi: "Bu tür konuları referanduma götürmek biraz garip. İsveç'te biz bu konuları şehir planlaması kapsamında ele alıyoruz."
Yani? Niyetinize bağlı olarak iki biçimde de yorumlayabilirsiniz: "Siyasi malzeme yapmadan şehir planlaması ile ibadet özgürlüğünü uzlaştıracak formüller bulabiliyoruz" veya "Minare inşasını şehir planlamasıyla engelliyoruz..."
İsviçre zaten bu ikinci çözümü uyguluyordu. Yeni minare inşaatları için ruhsat talepleri sistemli biçimde geri çevriliyordu. O nedenle ülkedeki 200 caminin sadece 4'ünde minare var.
Buna rağmen iki aşırı sağcı parti sorunu referandum konusu yaparak fiilen uygulanan yasağı bir de yasallaştırmayı amaçladılar. Onların niyeti halkın korkularını sömürerek İslam karşıtlığı, hatta İslam düşmanlığı üstünden siyasi prim toplamaktı. Başardılar.
Ve de siyaset bilimcilerini ve hukukçuları bir açmazla karşı karşıya getirdiler: "Her konuda halka danışmak, halkın desteğini aramak doğru mu?" Bir başka deyişle, "Doğrudan demokrasi tehlikeli mi?" Ya da "Halk her zaman doğru karar veremeyeceğine göre, doğrudan demokrasi yerine temsili demokrasiyle, yani halk yerine onun seçtiği vekillerinin kararıyla yetinmeli mi?"

Doğrudan mı, dolaylı mı?

Demokrasinin ilk biçimi olan "Site demokrasisi"ni ya da "Atina demokrasisi" ni savunanlar elbette "Doğrudan demokrasi" den zerrece geri adım atmıyorlar. Sağlam gerekçeleri de var: AB'deki uygulamalar. Hatırlayacaksınız; AB Anayasası için 29 Mayıs 2008'de Fransa'da, onun hemen ardından 1 Haziran 2008'de de Hollanda'da düzenlenen referandumlarda, sandıktan "Hayır" çıktı. Ve AB sözcüğün tam anlamıyla kilitlendi. Bunun üstüne Lizbon Anlaşması denilen biraz daha dar kapsamlı AB Anayasası hazırlandı. Sütten ağızlar yandığı için ayran üflenerek içildi; hiçbir ülkede referanduma götürülmeden, parlamentoların onayıyla kabul edildi. Bir üye hariç: İrlanda. Orada ülke anayasası gereğince referandum düzenlemek zorunluydu. 12 Haziran 2008'de düzenlenen halk oylamasından "Hayır" çıkınca, İrlandalılar'ın burunları sürtüle sürtüle, korkutularak, tehdit edilerek 2 Ekim 2009'da yeniden sandığa götürüldü. Bu kez "Evet"çiler kazandı.
"Doğrudan demokrasi" yanlıları bu örneklerden yola çıkarak, AB üyesi ülkelerdeki demokrasilerin "Temsili" bile değil, "Seçkinler demokrasisi"ne dönüştüğünü, AB'nin halklara değil elitlere ve bürokratlara, yani oligarşiye dayandığını söylüyorlar. Pek de haksız değiller.
Buna karşılık, "Temsili demokrasi" yanlıları ise her konuda halka danışılmasının "Tehlikeli bir silahla oynamak"tan farksız olduğunu belirtiyorlar. Gerekçelerini, örneğin "Kürtaj hakkı, eşcinsel hakları gibi konular referanduma götürülseydi, olumlu sonuç alınabilir miydi?" gibi sorulara dayandırıyorlar. En can alıcı örnekleri: "Bir çocuğun vahşi bir şekilde öldürülmesinden sonra 'İdam cezası geri gelsin mi' referandumu yapılsa, sandıktan nasıl bir sonuç çıkar?" Daha da ötesi, "İdam cezasının kaldırılması referanduma bağlansaydı, kaç ülke 'Evet' derdi?"
Görüyorsunuz; onlar da savlarında bir hayli tutarlılar.
Peki çözüm ne? Ya da iki demokrasiden hangisi tercih edilmeli?
Bize göre ikisinden biri yerine ikisinin karışımı bir demokrasi en makulü olabilir: Bir yandan seçimlerle halk adına halk iradesini kullanacak bir parlamentoyla ve onun içinden çıkacak hükümetle ülkeyi yönetmek, bir yandan da önemli konularda halka danışmak. Ama referandumları ve halka danışma ilkesini rayından çıkarmadan...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA