Futbol birden dünya gündeminin ilk sırasına yükseliverdi. Avrupa'da bugüne kadar ortaya çıkarılan en büyük şike çetesinin yol açtığı depremle. Fransa-İrlanda maçında Thierry Henry'nin elinin karıştığı hileli golün bir etik ve siyasal bunalıma dönüşmesiyle...
Ama en az onlar kadar önemli ve tehlikeli gelişmelere gebe bir "Olay" daha var: Mısır ile Cezayir arasında patlak veren futbol krizi.
Güney Afrika'da düzenlenecek 2010 Dünya Kupası finalleri için Mısır'la Cezayir aynı gruba (Afrika C Grubu) düştüler. Rakipleri (Zambiya ve Ruanda) zayıftı. Yani ikisinden biri finallere gidecekti.
Aralarındaki ilk maçı geçen 7 Haziran'da Cezayir'de oynadılar. Cezayir 3-1 kazandı.
Rövanş maçı 14 Kasım'da Kahire'de yapıldı. Cezayir'e beraberlik, hatta tek gollü yenilgi bile yetiyordu. Mısırlılar'ın sinirleri alabildiğine gerilmişti. Cezayir kafilesi ve taraftarları Kahire'ye iner inmez zemberekler boşalıverdi. Futbolcuları otellerine götüren otobüsleri taşladılar, taraftarlara saldırıp onlarcasını yaraladılar. Mısır basını maç için "Savaş günü", "Haydi Nil'in aslanları, bu savaşı kazanın" gibi başlıklar attı. Yeşil sahayı savaş alanına dönüştüren atmosferde oynanan maçı Mısır 2-0 aldı.
Ve Cezayir'de kıyamet koptu: Mısır büyükelçiliği taşlandı. Mısırlılar'a ait işyerlerine (Cezayir'de epey Mısır yatırımı var) saldırıldı, Mısır bayrakları yakıldı, Cezayir medyası Mısır'a ve Mısır ürünlerine boykot çağrıları yaptı... Mısır da Cezayir'deki büyükelçisini geri çekti.
Ateşle oynayanlar
Mısır'ın 2-0'lık galibiyeti gruplarında düğümü çözeceğine daha da içinden çıkılmaz duruma getirdi. Çünkü Mısır ve Cezayir elemeleri tam anlamıyla eşit bitirmişlerdi: 6'şar maçta 4'er galibiyet, 1'er beraberlik, 1'er yenilgi almışlardı, 9'ar gol atıp, 4'er gol yemişlerdi.
Çözüm? Üçüncü maçta kozlarını paylaşsınlar... Paylaştılar da. 18 Kasım Çarşamba gecesi Hartum'un (Sudan) ikiz kenti Omdurman'da. Cezayir 1-0 kazandı ve gruptan çıktı.
Ve hakemin son düdüğü çalmasıyla birlikte bu kez Mısır'da yüzbinler, milyonlar sokağa döküldü: Cezayir bayrakları yakıldı, Cezayir büyükelçiliği binası taşlandı, çevredeki işyerleri ve araçlar ateşe verildi, büyükelçinin sınırdışı edilmesi istendi... Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek ile oğulları Alaa ile Cemal de işe karıştılar. Kamuoyu önüne pek çıkmayan Alaa, Sudan'da Cezayirli taraftarların Mısırlılar'a saldırdıklarını söyledi ve onlardan "Paralı askerler" diye söz etti. Cemal ise Cezayir'e bedel ödetilmesini istedi. Babaları da Cezayir'deki Mısır büyükelçisini geri çekti, ayrıca Ulusal Güvenlik Konseyi'ni topladı. Cezayir'e karşı alınacak "Misilleme önlemleri"ni görüşmek için!
Cezayir de, Mısır da aynı ırktan.
Cezayir de, Mısır da aynı dinden.
Cezayir de, Mısır da aynı dili konuşuyor.
Cezayir ile Mısır bu son iki maça kadar ilişkilerini "Stratejik ortaklık" diye tanımlıyorlardı.
Cemal Abdülnasır, Cezayir'in Fransa'ya karşı verdiği bağımsızlık savaşında cephenin en önünde yer almıştı.
Cezayirli gönüllüler, 1973'teki Arap-İsrail savaşında Mısır'ın yardımına koşmuşlardı. Sina'da Mısırlılar'la omuz omuza savaşmışlar, yüzlercesi Sina çöllerinde can vermişti.
Şimdi iki ülke yönetimleri ve halkları birbirlerini neredeyse düşman ilan etmek üzereler.
Neden? Çünkü birkaç ortak yönleri daha var: İkisinde de kitleler, özellikle de nüfuslarının neredeyse yarısını oluşturan gençler işsizlik ve yoksulluk kıskacında çırpınıyorlar. İkisi de görünüşte yarı demokrat ama aslında otoriter yönetimlerin boyunduruğu altındalar.
İşte bu çifte bunalım, sahalarda toplumsal patlamaya dönüşüyor. İki otoriter yönetim de milli maçlarda ulusal duyguları ve gururları kaşıyarak ülkelerinin ekonomik ve siyasal sefaletindeki sorumluluklarını unutturmaya çalışıyorlar.
Birkaç kez yazdık, bir daha tekrarlayalım: Futbol asla sadece futbol değildir. Dahası futbol çok tehlikeli bir silahtır.