2008'in son günlerinde Belçika'da bir hükümet krizinde aklından bile geçirmeye cesaret edemediği başbakanlık koltuğunda buluverdi kendini.
2009'un son aylarında da bu kez Avrupa'da kapalı kapılar ardında haftalarca süren zirve krizinde "AB Başkanlığı" koltuğunu kapıverdi.
Herman Van Rompuy'dan söz ediyoruz.
Belçika Başbakanlığı görevi bu ay sonuna kadar sürecek olan Van Rompuy'dan.
Aralık başında da 27 üyeli Avrupa'nın "Sembolik" Başkanı görevine başlayacak olan Van Rompuy'dan.
Bu görev değişikliği çevresini hiç mi hiç etkilemeyecek. Çünkü eski ve yeni makam odalarının arası 100 metre ya var ya yok.
Aslında ilginç bir kişiliğe sahip: Hem İngilizce'yi, hem de -mecburen- Fransızca'yı ana dili (Flamanca) gibi konuşuyor.
Günahı-vebali boynuna; "Hayatın politikadan ibaret olmadığını" söylüyor. Bunu kanıtlamak için de yıllık izinlerini hiç aksatmıyor. Örneğin geçen yaz Avustralya'da uzun bir tatil yaptı.
Boş zamanlarında şiir yazıyor. Japonlar'ın "Haiku" denilen üç dizelik şiirlerinden. "Haiku"ların ilk ve üçüncü dizeleri 5, ortadaki dize ise 7 heceli oluyor. Üç dizeden ikisinin "Uyak"lı (Kafiyeli) olması şart. Örneğin şöyle: "Sen ne bilirsin / Aşk hakkında ki, böyle / Büyük söylersin." (Not: Türk ozan Cengiz Özdar'ın haiku'su)
Hıristiyanlığın saf ürünü
Van Rompuy özel yaşamında insancıl, doğa âşığı, ince ruhlu olabilir ama siyasal görüşleri pek öyle değil. Belçikalılar, özellikle de Valonlar onu sıkı bir ayrımcı olarak tanıyorlar. Flaman bölgesinde Fransızca konuşma yasağını en sert ve kararlı biçimde uygulayan politikacıların ilk değilse bile ikinci sırasında o sayılıyor.
O nedenle gerek Avrupa basınının, gerekse başta Daniel Cohn-Bendit olmak üzere Avrupalı politikacıların çoğunun Herman Van Rompuy'un seçilmesini "AB'nin dibe vurması" diye yorumlamaları pek de yanlış değil.
Çünkü AB'nin "İyice sağda Katolikler"i sınıfına giriyor. Uygarlığın Batı'nın eseri, Batı'yı da Hıristiyanlığın dünyası olduğunu savunuyor ve "Hıristiyanlığımla gurur duyuyorum" diyor. Bu ideoloji kaçınılmaz olarak onun İslamiyet'e ve Müslümanlar'a en azından önyargılı yaklaşmasına yol açıyor.
İstediği kadar 2004'te Belçika Parlamentosu'nda yaptığı konuşmayı, "Türkiye, Avrupa'nın bir parçası değil ve asla parçası olmayacak. Avrupa'da yürürlükte olan evrensel değerler -ki aynı zamanda Hıristiyanlığın temel değerleridir- Türkiye gibi büyük bir İslam ülkesinin girişiyle gücünü yitirir" sözlerini, AB Başkanlığı'na seçildikten sonra "Kişisel görüşlerim, "AB'nin politikalarını etkilemez" diye geçiştirsin. Göreceksiniz, o görüşler AB'yi de yönlendirecek.
Çünkü o görüşler sadece Van Rompuy'un değil, onu o göreve seçenlerin de ideolojilerini yansıtıyor. Yani Türkiye'yi AB'de görmek istemeyen Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ile Almanya Başbakanı Angela Merkel'in.
AB'de Medeniyetler Çatışması'na değil ama din farklılıklarının daha da ön plana çıkarılacağı, ayrımcılığın daha da belirginleşeceği ve de Avrupa'nın dibe vuracağı bir dönemi göğüslemeye hazır olalım...