AK Parti bir kez daha Anayasa değişikliği paketi hazırlamaya heveslendi.
"Bir kez daha" diyoruz, çünkü son 4 yılda o kadar çok paketten söz edildi ki...
Örneğin, Meclis Anayasa Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Burhan Kuzu, 2003 Ekim'inde 50 maddelik paket hazırladı.
Aradan 2 yıl geçti, 2005 Haziran'ında Kuzu bu kez 52 maddelik bir paketin hazır olduğunu bildirdi.
Yine aynı günlerde AK Parti Grup Başkanvekili Sadullah Ergin toplumun çeşitli kesimlerinden öneri ve taslak derlediklerini, bunları değerlendirip Kuzu'nun paketiyle birleştireceklerini, daha sonra kamuoyunda tartışmaya açacaklarını müjdeledi.
Ve tüm paketler bir süre sonra saman alevi gibi sönüverdi.
Ama bir faydası oldu; bir türlü bağlanamayan o paketlerin içeriklerini bize ezberletti. Zaten hepsinde de aşağı-yukarı aynı şeyler vardı: Seçilme yaşının indirilmesi, Türkiye milletvekilliği, yedek milletvekilliği... Bir de konjonktürel tepkilerden kaynaklanan cumhurbaşkanının yetkileri, YÖK, Anayasa Mahkemesi gibi...
Şimdi seçime bir yıl kala iktidar partisi hukukçuları yeni bir paket için kolları sıvadılar. "Yumurtanın kapıya gelmesinin telaşı" mı, yoksa "Gündem değiştirme" girişimi mi; bir süre sonra anlarız.
Bu pakette yeralması düşünülen değişiklikler arasında özellikle "Daraltılmış seçim bölgesi" ilgimizi çekti. Yani belli bir sayının üstünde milletvekili çıkaran illerin seçim bölgelerinin bölünmesi. Rahmetli Turgut Özal'ın 1987 seçimlerinin hemen öncesinde yaptığı düzenlemenin benzeri.
Gerekçeyi unutmayın
Özal modeli şuydu: Milletvekili sayısı 6'yı geçen iller birden çok seçim çevresine ayrıldı. Ayrıca 6 milletvekili çıkaracak bölgelerde partilere birer kontenjan adayı gösterme hakkı tanındı. Kontenjan milletvekilliğini o seçim bölgesinde en çok oyu alan partinin otomatik olarak kazanması hükmü getirildi. Kontenjan dışındaki milletvekillikleri ise 5 temsilci çıkaracak bölgelerde yüzde 20'yi, 4 çıkaracak yerlerde yüzde 25'i, 3 çıkaracak yerlerde yüzde 33'ü, 2 çıkaracak yerlerde ise yüzde 50'yi aşan partiler arasında paylaştırıldı.
Birinci partiyi kayırmayı amaçlayan bu sistem sayesinde ANAP, 29 Kasım 1987'de yapılan seçimde Meclis'teki 450 sandalyenin 292'sini kazandı. Yani toplam oyların yüzde 36'sıyla Meclis'in yüzde 65'ini ele geçirdi.
Özal o dönemde muhalefet partilerinin kıyameti kopardıkları bu haksız ve adaletsiz değişikliğin gerekçesini "Dobra dobra" açıklamıştı: "Asla muhalefete düşmem. Düşecek olursam siyaseti bırakırım!"
İnsan ister istemez "Acaba AK Parti de aynı kaygı veya korkuyla mı 1987'den sonra bir daha uygulanmamış olan bu kayırmacı sistemi yeniden getirmeyi tasarlıyor" kuşkusuna kapılıyor. Hele son kamuoyu araştırmalarında iktidar partisine desteğin bir hayli gerilediği de düşünülürse...
Ancak hatırlatırız: O seçim başarısı bile ANAP'ın yıpranma sürecini durduramadı. 2 yıl sonra yapılan yerel seçimlerde müthiş bir sandık depremi yaşadı, Özal da kurtuluşu Çankaya'ya çıkmakta buldu.
Bir nokta daha: 1987 seçimlerinde kullanılan oyların yüzde 80'inin Meclis'te temsili sağlanmıştı. 2002 seçimlerinde oyların yüzde 46'sı parlamento dışında kaldı, yani çöpe gitti.
Önümüzdeki seçimde bu oran tekrarlanırsa veya daha da artarsa, yönetimde istikrar uğruna temsilde adaleti feda etmenin bedeli çok ağır olur. Yeni Meclis'in de, o Meclis'ten çıkacak iktidarın da demokratik meşruiyeti son derece tartışmalı hale gelir.
Ve düşünülen "Türkiye milletvekilliği" formülü bile hakkaniyeti sağlamaya ve meşruiyet zeminini güçlendirmeye yetmeyebilir.