Zaten çabuk celallenmeye elverişli bir yapıda olan Başbakan Erdoğan, anlaşılan iktidarının "rampa"lı yılına daha sinirli, eleştirilere daha az tahammüllü giriyor.
AK Parti Grubu'nun yeni yasama yılının ilk toplantısında yaptığı konuşmada bunun düşündürücü, hatta kaygılandırıcı işaretlerini verdi:
"Türkiye'de şu anda siyasetçiye hakaretin 'Ağır eleştiriye girdiği' şeklinde bir anlayış gelişmeye başladı. 'Siyasetçiye burada ağır eleştiri yapılıyor' deniliyor. Bizim geleneğimizde, göreneğimizde, ahlak değerlerimizde çirkin gördüğümüz yaklaşımlar siyasetçiye yapıldığı zaman ağır eleştiri, ama bunu konuşanlara yönelik yapıldığı zaman hakaret. Siyasetçi bu ülkenin şamar oğlanı mı? Önüne gelen siyasetçiye bindiriyor. Bunun izahı mümkün değil."
Hayır, bunun izahı mümkün.
* Herşeyden önce eleştiri ile hakareti ayırmak Başbakan'ın değil, hukukun işi olmalı. Zaten Yargıtay'ın "Eleştiri", "Ağır eleştiri", "Sınırları zorlasa bile eleştiri" ile "Hakaret" kavramlarını tanımlayan birçok kararı var. Bu kararlarda "Ağır eleştiride hakaret kastı olmadığı" önemle vurgulanıyor.
Erdoğan buna rağmen kendisine veya iktidarına yönelik "Ağır eleştiriler"in hakaret içerdiği görüşündeyse, yapacağı tek şey olabilir: O sözlerin sahibini mahkemeye vermek. Bugüne kadar birçok kez yaptığı gibi.
* Ayrıca, siyasetçilere yapılan eleştirilerin dozunun normal eleştiri sınırını aşması da doğal. Türk hukukunun üstünde kabul ettiğimiz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin bu konuda tapu gibi kararı var:
"İfade özgürlüğü sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız ya da ilgilenilmeye değmez görülen haber ve düşünceler için değil, devletin veya nüfusun bir bölümünün aleyhinde olan, onları inciten, rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanır. Bu, demokratik toplum düzeninin ve çoğulculuğun gereğidir. Eleştiri de kaynağını bu özgürlükten alır. Eleştirinin doğasından kaynaklanan sertlik suç oluşturmaz. Eleştiri övgü olmadığına göre, sert, kırıcı ve incitici olması doğaldır. Kaldı ki, belli kamusal görevlere aday olanların tüm yönleriyle değerlendirilmesi, eleştirilmesi, demokratik toplum düzeninin gereklerindendir. Hatta böyle bir eleştiri ve değerlendirmede kamu yararı bulunmaktadır."
Güven ve saygı ilişkisi
* Üçüncüsü, eleştirilerde ölçü, insaf, nezaket isteyen Erdoğan'ın öncelikle kendisinin bu beklentilerine uygun centilmenliği göstermesi gerekiyor. Erzurumlu çiftçiye, Mersinli narenciye üreticisine hitaplarını, nice vatandaşın nasibini aldığı paylamalarını, hatta Lübnan tezkeresi sırasındaki çıkışını bir yana bıraktık, dünkü konuşmasında bile "Ölçü sınırlarını zorlayan" örnekler sergiledi. Buyurun, KKTC'deki hükümet darbesiyle ilgili suçlamaları: "Kıbrıs konusunda ağzı olan konuşuyor, kalemi olan yazıyor. Bizi bu işe bulaştırma gayretine girme çirkinliğini gösteriyorlar."
* Ve nihayet, güven ile saygı arasında doğru orantılı ilişki var. Siyasete ve siyasetçiye güven azalınca, ne yazık ki, saygı da aşınıyor. Her iktidar için yıpranmanın kaçınılmaz olduğu son yasama yılında bu aşınma biraz daha tırmanıyor. Toplumun gelecek beklentilerinin ibresi karamsarlığa döndüğünde ise tavan yapıyor.
Erdoğan halkın iktidara güveninin düzeyini öğrenmek için seçim bölgelerinden yeni dönmüş olan AK Parti milletvekilleriyle görüşmeli. Hatta içlerini rahatça dökmelerini sağlamak için onları kampa almalı.
Çünkü siyasete, siyasetçiye güven ve saygı, demokrasinin tek sigortasıdır.