2024'ü geçen hafta itibarıyla uğurladık. Aslında bu yazıyı yazmak için tam bir haftadır gözlem yapıyorum kendimce. 2025' e girdik, birçoğumuz yeni kararlar aldık, taze taze hedefler belirledik. Peki, sıklıkla yakındığımız ' Kalabalık Yalnızlık' tan kurtulmak için yeni adımlar attık mı? Ya da kaçımız kalabalık yalnızlığımızdan gerçekten kurtulmak istiyoruz?
Türk Dil Kurumu (TDK), her yıl dilin evrimi ve toplumsal değişimlere paralel olarak popülerleşen kelimeleri belirler ve bunlar arasından "Yılın Kelimesi" seçimini yapar. TDK, aslında "Yılın Kelimesi "ni seçerken, kelimenin dilde ne kadar yaygınlaştığına, toplumsal bağlamda ne kadar etkili olduğuna ve insanların günlük dilinde ne kadar yer edindiğine bakar.
Yaklaşık olarak 1 milyon kişinin katıldığı ve Türk Dil Kurumu ve Ankara Üniversitesi İletişim Araştırmaları ve Uygulama Merkezi işbirliğiyle belirlenen ' Kalabalık Yalnızlık, Merhamet, Algoritma, Yozlaşma, Yabancılaşma, Yapay Zeka ve Dijital Yorgunluk' kelimeleri, 2024 yılının kelimeleri olarak TDK internet sitesinden oylamaya sunuldu. Açıkçası 'Kalabalık Yalnızlık' seçeneğini ilk gördüğümde benim de tercihim bu söylemden yana oldu. Sporla yakından ilgilenenler bu söylemi TDK'dan önce duydular elbette. Fatih Terim'in kendisi ile ilgili belgeselinde, mesleğinden bahsettiği kısmında ' Ben çok kalabalık bir yalnızım' dediğini hatırlayanlar el kaldırsınlar o zaman.
'Kalabalık' ve ' Yalnızlık' kelimeleri birbirine bu kadar zıt iken yan yana geldiklerinde nasıl oluyor da bu kadar anlamlı olabiliyor peki? Nüfusu sekiz milyarı geçen bir dünyada, insanın yalnız kalması mümkün mü? Sosyal bir varlık olan insan, neden son yıllarda yalnız kalmayı daha çok tercih eder hale geldi? Kendimin de dahil olmak üzere gittikçe yalnızlığı tercih ettiğimiz ve kalabalıklardan kaçıp kendimize sığındığımız ' yeni nesil iletişim modelleri' bizi nereye sürüklüyor olabilir?
Gelin tüm bu soruların sebeplerine birlikte cevap bulalım:
KALABALIK YALNIZLIK: YENİ DÜNYANIN YANILGISI
Yeni dünya, dijital bağlantılarla her zamankinden daha yakın ama aynı zamanda her zamankinden daha yalnız. Çünkü insanlar, her an iletişimde olmalarına rağmen, duygusal olarak giderek daha izole bir hale geliyorlar. "Kalabalık yalnızlık" dediğimiz moda kavram, modern zamanların en çarpıcı yanılgılarından biri. İnsanlar, birbirinden uzak olmalarına rağmen sanal dünyada bir araya gelse de, bu bağlar genellikle yüzeysel kalıyor. Gerçek, derin ve anlamlı etkileşimlerden yoksun olan bu bağlar, yalnızlık duygusunun giderek artmasına yol açıyor. Gün içerisinde o kadar çok uyaranla baş etmek zorunda kalıyoruz ki zihnimizin dinlenmesine ve rahatlamasına karşı duyduğumuz ihtiyaç sadece yalnız kalabilmekten geçiyor. Açıkçası son zamanlarda ben de, arkadaşlarımdan gelen buluşma davetlerini reddeder ve koşa koşa yalnızlığımla geçireceğim keyifli anlara sığınır oldum. Yalnızlık neden mi keyifli hale geldi? O zaman okumaya devam sevgili okur çünkü alt satırlarda görmezden geldiğimiz acı gerçeklerle yüzleşeceğiz.
SOSYAL MEDYA VE YALNIZLIK
Birçoğumuz sosyal medyada oldukça aktifiz. Facebook, Instagram, Twitter ve TikTok gibi platformlar, insanları birbirine bağlamak için var sanki... Ancak bu bağlantılar ne kadar "gerçek" olabilir? Samimiyetten uzak ve gerçek dışı sahte dostluklar, 'beğenme sayılarımızı' artırsın diye gittikçe çoğalmıyor mu? Kimse paylaşım yapmadığında bile, sosyal medyada bir şeyleri izlerken yalnız hissettiğiniz anlar olmuyor mu? Yeni dünyanın en güncel sorunu: SOSYAL MEDYA KANDIRMACASI ! Pek çok kişi sosyal medyada binlerce takipçiye sahipken, gerçekte duygusal bir bağdan yoksun olabiliyor aslında. Özellikle gençler arasında yapılan araştırmalar, sosyal medyada geçirilen zamanın yalnızlık hissiyatını artırabildiğini gösteriyor. Gençler, çevrimiçi etkileşimler üzerinden sosyalleşiyor gibi görünüyorlar, ancak gerçekte yüz yüze ilişkilerin eksikliği onları daha da yalnız hissettirebiliyor.
Geçtiğimiz günlerde okuduğum bir araştırma, üniversite öğrencilerinin sosyal medya kullanımlarının yalnızlıkla ilişkisini inceliyordu. Çoğu öğrenci çevrimiçi arkadaşlıklar kurmuş olsa da, duygusal boşluklarının giderek büyüdüğünden bahsediyordu. Arkadaşları ile yüz yüze iletişim kurmaktan kaçınıp, sosyal medya ile sırf daha fazla vakit geçirebilmek için yalnız kalmak istediklerini söylüyorlar. Yalnızlık, fiziksel yalnızlık olmadan da var olabilir; bir insan kalabalık bir odada bile kendini yalnız hissedebilir. İşte bu, "kalabalık yalnızlık" kavramını anlamamıza yardımcı oluyor. Güncel araştırmalar gösteriyor ki, nüfusumuzun 80 milyonu geçen haliyle neredeyse 75 milyonu bu sosyal ağları kullanıyor. Yaklaşık olarak neredeyse en iyimser haliyle günün beş saati bu platformlarda harcanıyor. Özellikle gece kullanım oranları hızla yükseliyor. Sağlıklı bir yaşam için bir insanın uyuması için önerilen 7 saatlik zaman dilimi gitgide kısalıyor ve yalnızlığımızı 'sahte kalabalıklar' ile doldurmaya çalışıyoruz. Sonuç ne mi? Güya kalabalık olduğunu zannettiğimiz ve kendi ellerimizle büyüttüğümüz depresif yalnızlığımız…
Yoksa yalnızlıklarımızdan kaçmak için mi sanal ortamlara sığınıyoruz?
PANDEMİNİN ROLÜ BÜYÜK!
2020 yılı itibarıyla hayatımıza giren COVID-19 pandemisi, yalnızlık konusunda önemli bir dönüm noktasıydı. Sosyal mesafe kuralları, evde kalma zorunlulukları ve sınırlı sosyal etkileşimler, birçoğumuzu yalnız bırakmakla kalmadı, aynı zamanda yalnızlıkla başa çıkma şeklimizi de değiştirdi. Pek çok kişi, yalnız kalmanın getirdiği zorluklarla başa çıkmaya çalışırken, bir yandan da dijital ortamda bağlantı kurmanın farklı yollarını keşfetti. Mecburi yaşadığımız bu dönem aslında 'yeni nesil iletişim modelleri'ni de hayatımıza çok hızlı ekledi. Ancak, evden çalışmanın ve sanal toplantıların artmasıyla birlikte, insanlar sosyalleşmeyi daha az önemli bir şey haline getirdiler. "Zoom Yorgunluğu" kavramı, bu süreçte insanlara özgüven ve enerji kaybı yaşatmıştı. Ve bence hala da artarak devam etmekte… Sanal dünyada geçirilen fazla zaman, gerçek dünyada geçirilen zamanın yerini almaya başladı ki… Bizler evrimleşen iletişim becerilerimizin zayıfladığını fark edemez olduk.
Birçok kişi, pandemi sonrası sosyal becerilerinin zayıfladığını ve başkalarıyla yüz yüze iletişimde zorlandığını itiraf etmeye başladı. Dijital platformların bir çözüm sunduğu düşünülebilirken, insanlar sanal etkileşimler üzerinden duygusal bağ kurmada zorlanmaya başladılar. Hatta bazı araştırmalar, bu sanal bağların yüz yüze ilişkiler kadar tatmin edici olmadığını ve uzun vadede yalnızlık hissiyatını artırabileceğini gösterdi bizlere…
KİŞİSEL YALNIZLIK HİKAYELERİMİZ
Teşekkürler TDK
Kabul etmekten kaçtığımız ama gittikçe birçoğumuzun da yalnızlaşmaktan keyif alır hale geldiğimiz bu gerçekliği en üst sıraya koyduğun için…
Kalabalık yalnızlığın, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde etkileri var. Şehirlerde yaşayan birinin yalnızlık deneyimi, kırsal alanlarda yaşayan birine göre farklı olabiliyor. Örneğin, İstanbul gibi büyük bir metropolde, saatlerce trafikte zaman geçirip yüzlerce insanla etkileşime girseniz de, eve döndüğünüzde yalnızlık duygusuyla baş başa kalabiliyorsunuz. Son yıllarda yapılan bazı röportajlarda, büyük şehirlerde yalnız yaşayan kişilerin "kalabalıkta yalnızlık" duygusundan bahsettikleri gözlemlendi. Bu kişiler, başkalarının etrafında olsalar da kendilerini duygusal olarak dışlanmış hissettiklerini dile getirdiler. Çünkü bence aslolan, kalabalıkta olmak değil, insanın kendini tüm bu kalabalıklar içerisine yalnız hissetmesine çözüm bulmak!
Yakın bir arkadaşımın başından geçen bir olayı örnek vereyim: Birkaç yıl önce, sosyal medyada çok aktifti ve çok sayıda çevrimiçi arkadaşı vardı. Ancak bir gün, gerçek dünyada birkaç hafta boyunca kimseyle buluşmadığını fark ettiğini söyledi. Kalabalık bir sosyal medya profiline sahip olmanın, gerçek dünyadaki yalnızlık hissini azaltmadığını anlatırken, "İnternette 200 kişiyle paylaşıyor olabilirim ama kimseyle gerçekten paylaşacak bir şeyim yok" dedi. Bu, modern toplumun en yaygın yalnızlık biçimlerinden birini yansıtan bir örnekti. Gittikçe evrimleşen iletişim modelleri, sosyal varlık olan insanın doğuştan getirdiği iletişim yeteneğini çoktan parmaklıklar altına almıştı bile…
Geçen hafta bir toplantıya yetişmek üzere, elimde çantam hızlı hızlı yürürken kendimi Matrix filminin içinde bir oyuncu gibi hissettim. Yanımdan geçen insanlar ve çevremden gelen sesler o kadar hızlı akıyordu ki… Durup bir an düşündüm. Dört nala koşmak zorunda kaldığımız hayat şartlarını ne ara bu kadar kolay benimsedik biz? Kuzguncuk'tan İcadiye'ye doğru çıkmaktaydım. Ama az önce yanı başında yürüdüğüm sahil yolu, deniz üzeri gemilere eşlik eden martılar, masmavi gökyüzü, yol kenarı esnaf kahvecisinde 'gerçek sohbet' eden yaşlı amcalar… Ve bu koşturmalardan birçoğumuzun fark edemediği masmavi gökyüzü… Sırf zihinsel yorgunluğumuza çare gibi gördüğümüz ve kendimizi koşa koşa kollarına attığımız yalnızlıklarımız… Ya da gittikçe sunileşen sahte dostluklar… Ve sırf onlara maruz kalmamak için tercih ettiğimiz ' kalabalık yalnızlığımız' …
Ünlü düşünür Nietzsche'nin bir cümlesinin altına imzamı atasım var :
Kimine göre yalnızlık, hasta kişinin kaçışıdır. Kimine göre de yalnızlık, hasta kişilerden kaçıştır.
Uykumuzdan uyanmazsak maalesef sahte ninnilerle uyutulmaya devam edeceğiz sevgili okur. Şimdi dur, kafanı kaldır ve gökyüzüne bak! Aslında kalabalıklar içerisinde hiç de yalnız değilsin. Ertelediğimiz, kaçındığımız ve özlemini kalbimizde hissettiğimiz tüm nostaljik anları yeniden canlandırmanın tam zamanı! Emojilerle değil de göz göze gelebildiğimiz sıcacık gülümsemelerle konuşabildiğimiz bir yıl diliyorum hepimize…