Her şeyimizin "tam olma" hali için çırpınıp duruyoruz. Uçsuz bucaksız bir deryada huzurla yüzmek yerine bizler çırpındıkça kayalara çarpıp duruyor; yaralar alıyoruz.
En son yaptırdığım kan tahlilinde bazı değerlerimin düşük olduğunu fark ettim.
Öyle ya; çaresi vardı: Magnezyum eksikse hemen bir destekleyici ürünle yükseltilebilir; B12 eksikse günde bir doz alınan hapla istenilen değere çıkartılabilir. Elimdeki vitamin kavanozlarına bakarken dalıp gittim.
"Keşke bir kapsül ile tüm eksikliklerimizi bir anda "tamam" hale getirsek."
Ya da bir muhterem çıksa dese ki : "Tek seferde sizi mükemmel insan yapan ilacı ürettik."
Yeni dünya düzeni ve akıl almaz bir hızla ilerleyen teknoloji… Mümkün mü? Sanki… Belki…
Gel gör ki… Yüzyıllar öncesinden son kullanma tarihi geçmeyen ilaç gibi bir cümle var avuçlarımızda:
"Hamdım, piştim, yandım." diyor Mevlana Celaleddin Rumi.
Mükemmel olma arzusu ile çırpınıp durduğumuz denizlerde neden kayalara çarpa çarpa yaralandığımızı ve bir türlü "tam" olamadığımızı açıklıyor tek bir cümlede.
Acaba nedir mükemmel olma hali? Ne zamandan beri hayatımızın odak noktasına gelip tahtlar kurdu? Başarılı olmak, mükemmel olabilme ile doğru orantılı mı? Kaçımız her şeyimizi mükemmelce halletmeye çalışırken strese giriyor, boğuluyor ve mutsuz oluyoruz? Haydi bakalım eller kalksın bir bir … "İşte aynı ben." diyen kaç kişiyiz?
MÜKEMMELİYETÇİLİK BİR TAKINTI MIDIR?
MÜKEMMEL İNSAN OLMA ARZUSUNUN GÖLGESİNDEKİ KARANLIKLAR
Mükemmeliyetçilik, ilk başta güçlü bir motivasyon kaynağı gibi görünebilir; ancak zamanla, insanın içsel huzurunu ve sağlığını tehdit edebilecek bir takıntıya dönüşebilir. Özellikle sosyal medya, hayatımızın her alanını olması gerekenden fazla meşgul etmeye başladığından beri hepimiz mükemmel hayatlar yaşama telaşına düşmedik mi? Mükemmel anne, mükemmel çocuk, mükemmel tatil, mükemmel evler, mükemmel sofralar… Tüm bu fotoğraflara kusursuz bir kahkaha bırakabilmek adına; kaçırdığımız çocuk gülüşleri, duyamadığımız kuş sesleri, fincanda soğuyan kahveler, yarış atına dönüştürülen küçük yetişkinler… Herkesin aradığı o "mükemmel insan" hayalinin, aslında gerçek anlamda huzur ve tatmin getirmediğini anlamamız için daha ne kadar kayalıklara çarpıp yaralanacağız?
Ünlü felsefeci Aristoteles'in sözleri tüm bu örnekleri aynalar nitelikte değil mi sizce de?
"Mükemmel, iyi olmanın son noktasıdır. Ama mükemmel olmak, insanın ulaşabileceği en yüksek nokta değil, en iyi olmanın orta noktasıdır."
Aristoteles burada, mükemmeliyetin aslında ulaşılması zor ve belirsiz bir ideal olduğunu, daha çok 'iyi olmak' ile yetinmenin insanın gerçek potansiyelini ortaya koyacağını ifade eder. Mükemmel olacağız derken, daha fazla çaba sarf ettiğimizin ve zorlandığımızın farkında mıyız? Çünkü kusursuz olmanın içerisinde hırs vardır, rekabet vardır. Oysaki yaptığımız her şey en doğal haliyle ve yapabildiğimiz kadarıyla kıymetlidir.
Mükemmeliyetçi bir kişi, her zaman daha iyisini yapmak, daha fazlasını başarmak ister. Bu, bizleri ruhsal olarak büyük bir baskı altına sokar. Ancak, bu yol bazen "yeterince iyi olamama" duygusu yaratır. Bu noktada, iyi olalım derken uçuruma doğru inen yokuşta hızla sona doğru ilerleriz.
Kusursuzluk, kendi ellerimizle ördüğümüz bir hapishane gibidir. Her şeyi mükemmel bir şekilde sonlandırma arzusu ve ortaya kusursuz bir ürün koyabilme hissi, sadece iş yaşamında değil; kişisel hayatımızda da bizi zorlar. Sürekli hata yapmaktan kaçınma ve en iyisi olma çabası, insanı içsel bir çatışmaya sürükler.
Franz Kafka, bu konuda, mükemmeliyetçiliğin insana zarar veren bir arzu olduğunu şöyle dile getirir:
"Herkes mükemmel olmak ister; ama mükemmellik, ancak bir hapishane olabilir. Çünkü mükemmel bir insan, kendisinden başka bir şey olamaz."
Düşe kalka ilerlediğimiz hayat yolculuğunda, yollar bazen engebeli bazen de dümdüzdür. Hayat kusursuz bir döngüden ibaret olsaydı hiçbir zaman çiçekler solmaz; ağaçlarda kuruyan yapraklar dökülüp çürümezdi. Aslında Kafka, mükemmeliyetin insanı hapseden bir düşünce tarzı olduğunu ve gerçek özgürlüğün kusurlu olmakta yattığını vurgular. Mükemmel olmak, bir anlamda bizleri kendi sınırlarımıza mahkum eder ve bu da hayatı anlamlı kılacak farklılıkları ve değişimleri görmemize engel olur.
TAKINTILI OLMAK KENDİNİ BELLİ EDER Mİ?
Hepimizin öğretilerinden bir ders çıkardığı Mevlana dahi; kusursuz olamadığından açar kitabının bilgelik sayfasını… Bir gün kendisine sorarlar:
Kendimizi tanır, sınırlarımızı bilirsek aslında yapamayacağımız şeyler için yok yere kaygılanıp iç huzurumuzu kaçırmayız. Başaramamak, yetememek ve son yıllarda değişken uyaranlara sıklıkla maruz kaldığımız yeni nesil koşturmalara yetişememek aslında bir eksiklik değildir. Hatta gayet de insanidir… Kendi sınırlarımızı bilmeden acımasızca kendimizi eleştirdiğimiz ve en çok da kendimize merhamet etmediğimiz anlarda ruhsal çöküntü içerisinde boğulur gideriz. İşte tam da bu noktada takıntılı olmaya başlarız.
Birçoğumuz takıntılarımızı fark etmeyiz bile. Ya da fark etsek de bunu bir eksiklik gibi hissedip üstünü ustalıkla örteriz. Mükemmeliyetçi bir insan, küçük hatalarını bile büyük bir başarısızlık olarak kabul eder. Ancak hayat, her zaman mükemmel değildir. Doğal hallerimizle barışıp en olabilir sınırlarımızı kabul edersek içsel huzuru yakalayabiliriz.
Aslında hiçbir şey tam anlamıyla mükemmel değildir ve hiçbir şeyin mükemmel olmasına da gerek yoktur. Biz insanoğlu kusurlu, eksik ve parçalara ayrılmış bir şekilde belki mükemmele yaklaşabiliriz.
MÜKEMMELİYETÇİLİKTEN KURTULABİLİR MİYİZ?
Takıntılı mükemmeliyetçilikten kurtulmanın en önemli yollarından biri, "yeterince iyi olma" fikrini kabullenmektir. Okuduğum bir makalede Albert Einstein`ın sözleri, altını çizdiğim cümleler arasında yerini alıyor:
"Mükemmeliyet, insanın ulaşması gereken bir hedef değil, sürecin kendisinde bulunmalıdır."
Einstein'ın bu sözleri mükemmeliyetin aslında bir hedef değil, bir yolculuk olduğunu örnekler bizlere. Mükemmeliyetçi bir insan, sürekli olarak sonuçlara odaklanır, ancak gerçek anlamda tatmin, sürecin kendisinde 'anı yaşamakta ve hataları öğrenme fırsatı olarak görmekte' gizlidir. Kaçımız sonuca odaklandığımız kaygılı bir ruh halindeyken anın tadını çıkarabildi? Anda kalabilenler kusurları kabul edip süreçten tat alabilenlerdir. Yanımızdan hızla koşup geçen rakiplerimiz, kan ter içinde bitiş çizgisine vardıklarında; koştukları yollardaki çiçeklerin kokusunu hiçbir zaman duyamamış olacaklar.
İNCİ KOLYELERİNİZİ TAKINMANIN TAM ZAMANI
Eksikliklerimiz, hatalarımız, düşüşlerimiz ve yetemediklerimiz aslında yakamızda sıra sıra dizilmiş inciler gibidir. Onları gururla taşıyıp sergilemekten çekinmeyin dostlarım… Çünkü asıl güzellik, kusurlarımızla ve hatalarımızla barışabilmekte gizlidir.
Her şeyimizin "tam olma" hali için çırpınıp durmayı bir kenara bırakın. En olabildiğiniz halinizle kusurlu eğri büğrü inci kolyelerinizi takının ve uçsuz bucaksız bir deryada huzurla yüzebilmek için kendinizi dalgaların dansına teslim edin.