"Bu maskeli balo ve onun sahte yüzleri…"
Diyor ya hani şair; bu dizeler yazılalı neredeyse 20 yıl geçmiş. Peki ya şair 20 yıl öncesinden bugünün en güncel sorunsalını nasıl bilmiş?
Son yıllarda hayatımızın büyük bir kısmını "mış" gibi yaşayarak geçiriyoruz. Bu cümlemi daha inandırıcı hale getirmek için bilimsel dayanaklara başvurmama gerek bile yok sanırım. Sadece etrafımıza bakmamız yeterli. Girdiğimiz her sosyal ortamda farklı maskeler takarak var olmaya ya da kabul görülmeye çalışıyoruz. Kendi iç dünyamızı ve toplumun baskıları altında ezilen gerçek kimliğimizi gizlemenin sonucunda büyük bedeller ödüyoruz. Sevilmek ve onaylanmak uğruna kendimizden vazgeçiyoruz.
Çevremizdeki birçok kişinin taktığı maskeler ne kadar da süslü. Tıpkı Venedik Balo Salonu'ndan az evvel son dansını yapıp çıkmış gibi… Rengarenk, gösterişli, dikkat çekici ve özendirici… Oysa ki hangi maskeyi uzunca bir süre takarsanız takın gün sonunda yüzünüzde onarılamaz izler kalacaktır.
Maskeler takarak yaşamak, gerçek duygularımızı bastırmanın bir yoludur. Çoğumuz, içsel çatışmalarımızı ve endişelerimizi dışa vurmaktan kaçınırız. Çünkü bu durumun zayıflık olduğunu düşünür ve toplum içinde kabul edilemeyeceğimiz korkusunu en önce göğüsleriz. Üzülmenin, kaybetmenin, yorulmanın, ağlamanın, pes etmenin de hayat gökkuşağında farklı bir renk olduğunu unuturuz.
Sosyal medya ile iç içe yaşadığımız son yıllarda "mış gibi yaşamak" kavramını daha sık duyar olduk. Sabahları gözümüzü açar açmaz elimize aldığımız telefonlar ve ekran ardındaki maskeli balolar. Herkes mutlu, sağlıklı, rahat … Sanki hiç kimsenin bu ağır stresli yaşamın kıyısına çarpmıyor dalgaları. Herkes alabildiğine gülüyor, geziyor, tüketiyor; ama kimse tükenmişliklerinden bahsetmiyor. Gönül ister tabi; herkesin tadı tuzu yerinde olsun. Gel gör ki sağlam maskeler artık bir bir düşüyor; ekranın ardındaki daha doğrusu maskelerin arkasındaki yaşamların hiç de öyle olmadığını fark ediyoruz.
Uzaklarda iken korkutucu gözükmeyen ve bize nasılsa yaklaşmaz dediğimiz "mış / miş" hortumu, tozu dumana katıp da hayatlarımıza girdiğinden beri hepimiz perperişan olduk. Ekran ardında yaşanılanlara yetemediğimizi, onlar gibi mutlu olamadığımızı fark ettiğimiz her an duvara daha da sert tosladık. Dünyaca ünlü bir şarkıcı ilk kez ağlarken bir paylaşım yaptığında hepimiz çok şaşırdık. Çünkü yıllardır bize gösterilen maskeli balolarda herkes çok mutlu ve keyifliydi. En anlamlı duyguların sahiciliğini yitirdiği "bulutlu" dünyamızda, mutlu olamaz hale gelmiştik. Artık maskelerin ipleri gerilmiş ve yüzleri kesmeye başlamıştı bile…
"Dışı seni, içi beni yakar" türden taktığımız her maske, yeni nesil ruhsal sıkıntıları da beraberinde getirdi. "Mış" gibi yaşayanlarda duygusal bağlar neredeyse yok olacak kadar zayıfladı. İlişkilerimizdeki derinlik ve samimiyet azaldıkça azaldı. Gerçek duygu ve istekler ertelendikçe, insanlar var olan potansiyellerini kullanmamaya hatta olası fırsatları kaçırmaya başladılar. Maskeli dünyada yaşayan herkes, içsel çatışmalara sürüklendi ve günün sonunda stres, kaygı bozuklukları arttıkça arttı. Gerçek duygularımızı bastırdığımız veya onları inkar ettiğimiz için öz değer kayıpları gündemin en baş köşesine oturdu. Yapılan bir araştırmaya göre Vicki Helgeson; tükenmişlik sendromuna yakalananların, kendi ihtiyaçlarını görmezden gelerek başkalarının ihtiyaçlarına koşanlar olduğunu belirtir. Kendimizde hissedemediğimiz öz değeri, başkalarını mutlu ederek kazanma yoluna girdiğimizde oranın çıkmaz bir sokak olduğunun farkında bile değilizdir çoğu zaman. Çünkü yüzeydeki geçici memnuniyetin bizi sağlıklı tutacağına inandırılmışızdır. Bu masalı anlatanların da süslü püslü maskelerinden epeyce etkilenmişizdir.
"Şimdi ne yapalım o zaman?" dediğinizi duyar gibiyim. Kimsenin olmadığı dağlara mı çıkalım; atlayalım kağıttan teknemize ıssız bir adaya mı kapanalım? Tabi ki hayır!
İnsanın kendini tanımasıyla açılıyor kapılar bir bir. Gerçek duygularımızı fark etmeli, yapıcı ya da yıkıcı olsa da onlarla yüzleşmeliyiz. Sahicilikten kaçmak yerine, var olanı kabul etmeliyiz. Gerçekten varız; gerçek hayatın parçalarıyız. Pes etmek, yorulmak, kaybetmek, üzülmek, ağlamak, düşmek… Tüm bunlar bizim gerçek duygularımız. Maskelerin ardında dökülen gözyaşlarını özgürce akıtma zamanı! Şimdi cesurca maskenin ipini çöz ve yüzündeki izlerin daha fazla yara yapmasına izin verme.