Kendi değerimizi başkalarının bize biçtiği değerler üzerinden hissetmeye başladığımızdan beri çok mutsuzuz. Evet; toplum olarak sırf bu yüzden son yıllarda çok çok mutsuzuz. Eksik, kusurlu ve yetersiz hissetme konusunda birbirimizle yarışıyoruz. Bir işe başlamak için adım atmak, yeni bir hobiye hayatımızda yer açmak, yarım bırakılan gündelik bir işi tamamlamak için bile enerjimiz yok. Çünkü sevgili okur, üzerimize atılan her bir eleştiri kar topu öylesine birikti ki, biz yetersizlik çığının altında kalakaldık.
Çocuk yaşlardan itibaren kişiliğimiz çerçevesince geliştirdiğimiz türlü şemalar var. Yetersizlik şeması sadece bunlardan bir tanesi. Aile kucağında başlayan, okul hayatımız boyunca devam eden eleştirel yaklaşımlar, yetersizlik şemalarımızın limitlerini doldurmaya başlar. Çocukken bir şeyi yapamadığımızda veya bir hata yaptığımızda ebeveynlerimiz tarafından öyle eleştiriliriz ki; bir sonraki deneme için cesaretimiz tamamen yok olmuş olur. "Nasıl yapamadım, niye yapamadım?" sorularına farklı çözüm yolları aramak yerine; "Neden başaramıyorum?" kısır döngüsünde sıkışmış hissederiz kendimizi. Çocukluğumuz boyunca elimizden gelenin bu olduğu fikri ebeveynlerimizce desteklenmez. Hatta kuzenimiz, arkadaşımız, komşunun filanca kızı/ oğlu ile devamlı kıyaslanırız. Günlerce hazırlandığımız bir sınavdan 90 almamıza rağmen; "Neden 100 almadın?" baskısı altında yetersizlik travmamızın körüklendiğini bilmeyiz. Halbuki her insanın fiziksel, zihinsel ve hatta ruhsal ritminin farklı olduğunu küçük yaşlarda öğrenebilmiş olsaydık. Bugün ufacık durumlarda bile yetersiz hissediyor olmayacaktık.
Okul yıllarımızı düşünelim. Sınıfta verdiğimiz bir cevap eğer öğretmenimiz tarafından beğenilmemiş ya da onaylanmamışsa bu sefer de başarı konusunda yetersizlik şemaları filizlenmeye başlar ruhsal yolculuğumuzda. Öğretmenimizin verdiği ani bir tepki, yönelttiği eleştirel bir bakış, çocuk algımızın üzerindeki agresif bir ses tonu, beraberinde sınıf arkadaşlarımızın bize gülmesi veya alaycı tavırları… Belki de deneyimlediğimiz ilk sosyal grup olan sınıf içerisinde bizi eksik hissettirir.
Dolayısıyla yapabildiğimize değil de yapamadıklarımıza odaklanan ebeveynlerimiz, öğretmenlerimiz ve akranlarımız yetersizlik şemamızın oluşmasında başrol oyunculuğu rolünü ustalıkla oynarlar. Ve bizler her sahneye çıktığımızda, kendimizi başkalarına kanıtlamak adına eleştiri spotları altında gözlerimiz kamaşıncaya kadar terler, ezilir, büzülürüz. Dürüstçe itiraf etmek gerekirse acaba kaçımız "Daha iyisi olabilirdi" cümlesini en az bir kez işitmemiş olalım? Daha iyisi, daha hızlısı, daha güzeli, daha başarılısı, daha yeteneklisi tüm bu "daha" ları başkalarına kanıtlamaya çalışırken yetersiz hissettirilmelerimizi başka bir yük ile yamamaya çalışır hale geldik: Mükemmelliyetçilik! Verilen bir görevi ya da çözmemiz gereken bir sorunu öyle kusursuz halletmemiz beklendi ki bizler de eleştiriye maruz kalmamak için yorucu bir efor yarışı içinde boğulduk. Omuzlarımıza yüklenen kusursuz olma sorumlulukları, zaman ve mekan kavramlarının neredeyse yok olmasına sebep oldu.
Oysaki fark etmemiz gereken aydınlık bir yol var:
YETERSİZ HİSSETMEMİZ, YETERSİZ OLDUĞUMUZ ANLAMINA GELMEZ!
Son zamanlarda "Hiçbir şeye yetişemiyorum" cümlesini ne kadar da sık duyar olduk. Elimizde sihirli bir değnek olsa, ya zamanı yavaşlatırız ya bir günü 72 saat yapmak isteriz ya da pazar ile pazartesi arasına bir gün daha eklemeye çalışırız. Yetemediğimiz, yetişemediğimiz hızla akan bir hayat nehrinde, şelaleye doğru sürükleniyoruz. Çünkü yapabildiklerimize odaklanmak yerine, başkalarının bizim hakkımızda ne düşündüğünü önemsediğimiz ve ona göre yaşamımızı şekillendirdiğimiz bir dönemde yaşıyoruz. Her şeyin ve herkesin "EN" i olabilmek adına yakıp yıkarken, darmaduman oluşumuzu bir de karşıya geçip hissizce izliyoruz. Ne diyor Albert Einstein; " Başarılı biri olmaya değil değerli biri olmaya çalışın." Başarılarımızın kutlanması için, başkalarından allı pullu sözleri duyalım derken kaybettiğimiz bir duygu var: Değerli hissetmek! Değerli olduğumuzu fark etmeyip kabul etmediğimiz her an, yetersizlik duygusu ile depresyona girmeye başladığımız andır.
Peki neler hissediyoruz yetersiz hissettiğimizde? Stres, kaygı, endişe, korku, özgüven eksikliği, motivasyon kaybı, odaklanma sorunu, kendine inanmama, cesaretsizlik…
Tüm bunları arka arkaya sıralarken bile yüreğim sıkışıyor. Neden? Çünkü çoğumuzun son zamanlarda hissettiği ve çevresinden duyduğu duyguların dışa vurumu da ondan.
Birbirimizin elinden tutup yolda yürürken yanımızdakine rehber olmak yerine, acımasızca birbirimizi eleştiriyoruz. Eleştiri okları ilk olarak hep yakın çevremizden gelir. Karşımızdaki kişiyi yetersiz hissettirmekten mutluluk duyuyoruz. Sanki onu eksik ya da başarısız hissettirdiğimizde, kendimizi daha yeterli sanıyoruz. Ebeveyn yetersizliği, eş yetersizliği, bilgi yetersizliği, ilgi yetersizliği, imkan yetersizliği, onaylanma yetersizliği, zaman yetersizliği…
Yetersiz hissettirilmeye "Yeter" demeyi öğrenecek güç hepimizin içinde var. Fark et, kabul et ve harekete geç. Olabildiğin kadar değerlisin, değerli olduğun için yeterlisin. Mükemmel olmanın bir sınırı yok, kusursuz olabilmenin bir sonu yok. Sonuçtaki başarına ya da başarısızlığına odaklanmaktan vazgeç, süreç boyunca yürüdüğün yoldaki adımların çok kıymetli. Kimimiz o yolu emekleyerek kimimiz aheste aheste yürüyerek kimimiz koşarak geçiyoruz, fakat hepimiz bir şekilde ilerliyoruz. Evet kabul, yetersizlik hissi bir anda geçmeyebilir; aydınlanma hemen olmayabilir. Kendimize şefkatli davranmak, bireysel özelliklerimizi tanımak, farklılıklarımıza saygı göstermek, gerekirse profesyonel destek almak… Sürekli başını ağrıtan; "Daha iyisini yapabilirdin!" iç sesini biraz da olsa kısmanın tam zamanı…
Yetersizlik hissine "Yeter!" demeyi öğrendiğinde ne kadar yeterli olduğunu göreceksin. Haydi tut elimi ve nehrin diğer kıyısına geç! Yapabilirsin, yapabiliriz.
Sevgiyle