Son günlerde sıklıkla karşılaştığım bazı kelimeler var. Aile içi konuşmalarda, arkadaş sohbetlerinde; gerek iş paydaşlarımız arasında gerekse sosyal hayat içi kulak misafirciliğinde… Peki nedir, bu aralar herkesin dilinde durmadan tekrarlanan kelimeler?
"UMUTSUZLUK" VE "DEPRESYON"
Günlük yaşamda, cümlelerimiz arasında cömertçe savuruyoruz bu iki kelimeyi. Kimimiz kullandıkça rahatlıyor; kimimiz dile getirdikçe üzerinde yoğun bir baskı hissediyor. Bazılarımız ise sırf "kelime modası" na uyabilmek için, popülarite uğruna "umutsuzluk" ve "depresyon" kelimelerini gelişigüzel sıralıyor. Peki çok mu yeni bu kavramlar? Öncelikle gelin birlikte bir göz atalım:
1960'lı yıllarda, Pennsylvania Üniversitesi'nde öğrenim gören yüksek lisans öğrencilerinden Steven Maier ve Martin Seligman, "öğrenilmiş çaresizlik" üzerine çalışmalarda bulundular. Birçok kişisel gelişim kitabında karşımıza da çıkan öğrenilmiş çaresizliğin literatürdeki karşılığı neydi acaba? Kontrol edemediğimiz, aşılması güç durumlarda, kişinin kendini çaresiz hissetmesi ve depresif davranmaya eğilim göstermesi hali… Maier ve Seligman uzun yıllar boyunca denekler üzerinde yaptıkları çalışmalarda, zorlayıcı değişkenler aracılığıyla çeşitli sonuçlara ulaştılar. Bazı denekler, rahatsız edici olan ve kontrol edemedikleri durumlarda hemen pes ettiler. Peşi sıra bu denekler üzerinde üzüntü, odaklanamama, değersizlik hissi gibi çeşitli depresyon belirtileri gözlemlendi. Fakat… Bazı denekler çok ilginçtir ki; karşı karşıya bırakıldıkları çözümsüzlükler sonrasında asla pes etmedi. Kontrolü elden bırakmayan, her seferinde farklı çözüm yollarına gitmek için çaba sarf eden denek grubunun bu durumu, yeni sorulara parlak yanıtlar bulabilmek için mecburi istikametlere yöneltti araştırmacıları…
Çaresizlik üzerine yapılan bilimsel araştırmaların üzerinden neredeyse 70 yıl geçti. Ortaya konulan sonuçlar, hala tam olarak cevaplanabilmiş değil bana kalırsa maalesef. Başa çıkılamayan durumlara karşı verebileceğimiz tepkiler olasılıksal değerlerle boy ölçüşebilir. Kimimiz sorunlardan yılıp, pes edip; umutlarımızı depresyona kurban edebiliriz. Kimimiz ise, yaşadığımız zorluklara farklı bir pencereden bakıp çözümsel çıkış yolları arayabiliriz.
Araştırmacı Martin Seligman' a göre; her bireyin kendine has geliştirdiği "açıklayıcı stili" vardır. Bazı insanlar yaşadıkları kötü olaylar karşısında "iyimser düşünme stili" ile problemleri çözme ve umutlu olma eğilimindedir. Bazı insanlar ise "kötümser düşünme stili" ile üstesinden gelemedikleri durumlara karşı pes etme ve çaresiz hissetme eğilimindedir. Bu yapıdaki insanların depresyona daha yatkın olduğu bilinmektedir.
Peki sen sevgili okur? Karşılaştığın güçlükler karşısında nasıl tepkiler veriyorsun? Kötümser senaryoları okumak mı kolayına geliyor; yoksa iyimser senaryoları umudunu yitirmeden yeniden ve yeniden en baştan yazmak mı? Sorularımla ilgili ufak bir kopya vermem gerekirse aslında: " Umut etmeyi seçtiğinde her yol çiçekli…"
Mevlana Celaleddin-i Rumi şöyle sesleniyor yüzyıllar öncesinden bizlere:
"Umut, hiç bitmeyen bahar mevsimidir. İçine kar da yağar; fırtına da kopar ama çiçekler hep açar."
Hayatın karmaşası içinde, zaman zaman umutsuzluğa kapılmak çok insani bir duygu aslında. Günlük yaşamın getirdiği zorluklar, beklenmedik engeller ve ucu bucağı olmayan belirsizlikler bizi çaresizliğe itebilir. Ancak umutlu olmak, bu zorlulukların üstesinden gelmenin anahtarıdır. Umudu kaybetmemek, insanı ayakta tutan ve ileriye taşıyan bir güçtür. Aksine… Umutsuzluk bir sis perdesi gibidir. İnsanın bakış açısını bulandırır, yüreğimize zehirli sarmaşık tohumlarını hoyratça savurur. Halbuki günün sonunda… Umut da umutsuzluk da sadece bizi etkilemez. Bakış açımız ve olaylar karşısında verdiğimiz tepkiler çevremize de yansır. Negatif düşündüğümüz her durum karşısında ortaya koyduğumuz negatif enerji etrafımızdaki kişilere de sirayet eder. Umudumuzu canlı tutmak, çaresiz olaylar karşısında bile "iyi olma" haline inanmak; yaşamı daha anlamlı hale getirir. Ruhsal olarak bizi güçlü kılar.
Savaşlar, ekonomik sıkıntılar, salgınlar, iklim krizleri… Liste uzar da uzar. "Her zaman umutlu olmak ne mümkün?" dediğini duyar gibiyim. Haklısın aslında… Hepimiz yaşamakta olduğumuz hatta yaşanma ihtimali olan kötü senaryolar için bile kaygı duyuyoruz. Elimizin kolumuzun bağlı olduğu bazı durumlar karşısında çaresizlik hissediyoruz. Ama! Yürüdüğümüz yolda, ulaşmak istediğimiz hedefe giderken sadece tek bir doğru yol yok. İnişler, çıkışlar, düzlükler, tümsekler, yol kenarında açmış çiçekler, kimi zaman yağmurlar, kimi zaman hafif meltemler… Sen yeter ki bakış açını değiştirme gücüne inan, konfor alanından çıkabilme cesaretini göster. Umut etme kalkanını, depresyon şövalyesine karşı doğrultmasını bil o zorlu arenada!
Sonrası hep çiçek bahçesi…
Cemrelerin birer birer doğaya düştüğü şu günlerde… Umut etmenin, yenilenmenin ve kozadan çıkıp kanat çırpmanın tam sırası…
Peki ya sen sevgili okur?
Depresyon hırkanı portmantoya asıp, umutsuzluk rüyandan gözlerini açmaya var mısın?
"Uyanmaya hazır mısın?"