Kızdınız mı 94 yaşındaki İmmühan Nine'ye? Otomobil kullanmasını bilmediği halde, o meretin nasıl çalıştığını merak edip bir kontak anahtarını çevirdi de yürüyüveren aracı uçuruma sürdü, ağaca toslayıp durabildi diye?
"Bilmediğin şeyi ne kurcalarsın be kadın" mı dediniz?
Peki, upuzun ömrü boyunca ona en ufak otomobil bilgisi vermemiş olan toplumun ilkelliğini eleştirmek hiç gelmedi mi aklınıza? Merak dürtüsünün çok değerli bir özellik olduğunu hatırlamadınız mı? Binlerce kuşak öncesinde atalarımızdan biri yüksek otlar arasında güçlükle ilerlerken ötelerde ne olduğunu görmek için arka ayaklarının üstünde dikilmeseydi, bugün hâlâ dört ayak üstünde yürür olurduk.
Oysa söz konusu özelliğe çağımızda da pek azımız değer vermekteyiz. İnsanlar uçaktan, televizyondan, antibiyotikten yararlanıp duruyor. "Bu çelik dev nasıl uçuyor, dünyanın öte yanındaki görüntü anında nasıl önüme geliyor, bir hap yutup nasıl iyileşiyorum?" diye soran, anlamaya çalışan yok gibi.
***
Bir zencinin Amerika'da cumhurbaşkanı seçilmesine şaştı herkes. Ama daha da şaşırtıcı bir gerçek var:
Önceki gün uzaya fırlatılan uzay mekiğindeki yedi astronottan üçü kadın. Onlardan biri de zenci.
Evet, Stephanie hem kadın, hem astronot, hem zenci.
(Hani ülkesinin yakın geçmişindeki yaygın inanca göre zenciler zekâ özürlüydü? Kadınlar ev işlerinden ve süslenmekten başka konuyla ilgilenmezdi? Astronotluk Süpermen tipli beyaz erkek harcıydı?)
Mekiğin kenetleneceği uzay istasyonunda da kadın astronot var. Bu hanımların hangi kıstaslara göre seçilmiş oldukları açıklandı. En çok neye bakılmış, biliyor musunuz? Uzayı merak edip etmediklerine.
Kurslarla yetiştirilmeleri sırasında görülmüş ki o konuda sorular soruyor, bilgi edinmeye çalışıyorlar. Yöneticiler
"Tamam," demişler,
"madem merak sardınız, bu işin uygulamasına da katılın bakalım."
Astronot kadınların kendi kızlarını -ve oğullarını- nasıl yetiştireceklerini düşünebiliyor musunuz?
Toplumların gelişmesi öyle hızlanıyor.
***
Çocukların ana baba tarafından övülmesinden hoşlanmam. Ama somut gerçek: 12 buçuk yaşındaki oğlum iyi bir çocuktur. Sünepe olmadan yumuşak başlı, saygılı ve alçak gönüllüdür. Öyleyken dün ilk kez bir isyan bayrağı açtı:
"Son iki sınavda genel birinci olduğuma göre, ben artık dershaneye gitmek istemiyorum."
Aldığı sonucun belki de oraya gitmekle sağlandığını ileri sürdüm. Evde kitaplarla çalışarak daha çok şey öğrendiğini söyledi. Ve sordu:
"Sen çok memlekette bulunmuşsun. Oralarda dershane var mı?"
"Yok."
"Burada niçin var?"
Keratanın merakını giderecek bilgiye sahip değilim.
***
Bir film yapımcısı bana senaryo ısmarlasa... Dese ki:
"Eski Yeşilçam melodramlarında yoksul kızlar ya verem ya kör olur, ihanete uğrayan kadınlar pavyona düşer, bin bir felaket yaşanırdı. Hepsine rahmet okutacak bir facia yaz, getir!"
Her gün haber diye gazetelerimizin sayfalarını dolduran olaylardan beterini uyduramam.
Dershane borcunu ödeyemediği için hapse atılan annesine üzüntüsünden oğlan intihar ediyor; kadın da onun peşinden gitmek için ip ararken zor durduruluyor...
Buna ağlanmaz, sinir krizi geçirilir.
Konuyla ilgili ve de yetkili büyükler ne yapıyorlar acaba? Bu tür olayların seyrine mi bakıyorlar?
Hele Başbakan hayli zaman önce dershane perişanlığına son vermenin yolunu bulmalarını istemişken...
Türkiye'nin bu büyük ayıbı, bu eğitim fecaati, geleceğimizi tehlikeye düşüren bu korkunç terslik sürüp gidecek mi? Merak ediyorum!