Saygı insan ilişkilerinde en büyük nimettir. Öyle olduğu için de yerinde sunulmalı, bozuk para gibi harcanarak çarçur edilmemelidir.
Yazık ki çoğu zaman hiç düşünmeden gündeme getiriliyor o kavram. Örneğin, çok sık duyulan bir laf: "İnançlara saygılıyız."
Ne demektir bu? Hangi inançlara?
Dünyada inekleri kutsal sayanlar da var, bir oğlanla merhabalaştı diye kızlarını öldürtenler de. Naziler kendi ırklarının üstünlüğünden emindiler. Saygılı mıyız o inançlara?
Hukuk da önünde genellikle sorgusuz sualsiz secde edilen bir kavram. Saygındır, yücedir, uludur, ulvidir, kutsaldır.
Tamam da, ne zaman, nerede, nasıl bir ortamdaki hukuk?
Ortaçağ Avrupa'sının kendine göre bir adalet anlayışı, yasal düzeni, yargı kadroları vardı. Yaldızlı cüppeler giymiş, kafalarına fiyakalı başlıklar geçirmiş saygıdeğer yargıçlar kuralları "adilane" uygulayarak meydanlarda insanları diri diri yaktırıyorlardı.
Türk Dil Kurumu sözlüğünde "hukuk" sözcüğünün anlamı açıklanırken Peyami Safa'dan cümle örneği veriliyor:
"Hukuk daima âdetlerin peşinden gider, önüne geçmez."
Yani bir toplumun kurallar sistemini güç dengeleri belirler; kimler ağır basıyorsa adalet terazisi onları kayırır.
***
Amerika'ya hem kızar, hem körü körüne hayranlık duyarız. Demokratik işleyişi örnek alınacak bir ülkedir çoğumuzun gözünde.
Oysa orada yüksek yargı üstüne sürüp giden tartışmalar bizdekilerden çok daha çetin.
Amerikan muhafazakârları liberal dedikleri Anayasa Mahkemesi üyelerini
"yasama yetkisini gasbetmek" ile suçluyorlardı. Bush boşalan bir yere atadığı üyeyle mahkeme çoğunluğunun yönünü sağa çevirdi.
Geçenlerde ortalığı birbirine katan bir karar aldı o çoğunluk. Politikacıların seçim kampanyalarına şirketlerin yapabildikleri parasal katkıların üstündeki yasal kısıtlamaları kaldırdı.
Ülkenin kurucularından Thomas Jefferson
"Şirketlerimizin oluşturmaya çalıştığı para egemenliğini doğarken ezmeliyiz" demişti. Anayasa Mahkemesi de onların sponsorluk yoluyla
"politikacı satın alma" olanaklarının frenlenmesini destekledi hep.
Şimdi o sınır çizgileri siliniverdi diye kıyamet kopuyor. En etkili ve ağırbaşlı yorumculardan
"şirket uşağı" üyelere hakaretler yağmakta. Artık bir Çin bankasının ya da Rus zengininin Kongre'yı satın alabileceğini ileri sürenler mi istersiniz, ikiyüzlü yargıçların demokrasinin içine ettiğini yazanlar mı...
"Bunlar hukuka saygısızlıktır" diyen, yargıya dil uzatılmamasını isteyen ise yok.
***
Babam avukattı. En beğendiğim insanlarımızdan birçoğu da hukukçudur. Onların uğraşını küçümsemek aklımdan geçmez. Ancak... Konu
"yargıya intikal etmiş" olduğu için, ad vermeyeyim. Biliyorsunuz, bir yargıcın işgüzarlık yapmış olduğunu yazdı diye bir meslektaşımız hapis cezasına çarptırıldı. Yani kimi hukuk görevlilerimizin burunlarından kıl alınmıyor.
Görevini iyi yapıyor mu ülkemizde yargı?
Yetersiz maaşlarla korkunç yükler altında ezilerek çalışıldığının farkındayım. İvedi reformla düzeltilmesi gereken tersliklerden biri de o tabii. Ama ayrı konu. Görev iyi yapılıyor mu?
Yaşadığımı, gördüğümü bilirim. Evet diyemeyeceğim.
Ayrıca pek çok konuda, tam tersine, görev yapılmasını zorlaştıran bir statüko engeli oluyor yargımız. Atılan adımların, yatırım ve iyileştirme girişimlerinin
"yargı duvarına" çarptığını söyleyen Ertuğrul Günay haksız değil. Toplumumuzda olumsuza yönelik bir işgüzarlık yatkınlığı var. Mahkemeler de bir çeşit otomatik refleksle ona alet olabiliyor.
Örnek isterseniz, her önünden geçişimde tansiyonumu yükselten AKM ayıbını gösteririm. Projenin kıyısı şöyle, köşesi böyle diye bir felç abidesine döndürüldü. Hiçbir ayrıntı yanlışı bu rezaletin gerekçesi olamaz.
Dar gelen giysilerinin dikişlerini iç dinamizmiyle sökme sürecindeki Türkiye'nin kaslarını kısıtlamamalı yargımız. Denerse kendi dikişleri atar. Vadesi dolmuş toplum gelişiminden büyük güç yoktur.