Angela Hanım'ın Türkiye seferi birçok Batı ülkesinde medya projektörlerinin onun üstüne çevrildiği günlere rastladı. Ne adlar takılıyordu tonton hatuna!
Frau Europa... Kıta aslanı Almanya'nın tartışmasız egemeni... Avrupa'nın doğal kurtarıcısı... Demokratik führer... Beklenen lider...
Ama bu süperteyzeye yöneltilmiş eleştiri okları da az değildi. Statükocu, reform düşmanı, "ağır çekim" olduğu, hele ülkesinin dışındaki sorunlara hemen hiç ilgi göstermediği söyleniyordu. O tutumun nedeni diye vurgulanan tablo ise şu:
Alman ekonomisi tıkırında, halkın keyfi yerinde. Sosyal devlet güvencelerine dokunmaya, potansiyel tıkanıklıkları önceden gidermek için düzeltmeler yapmaya kalkan parti oy alamıyor. Yurtdışındaki sorunlara bulaşılmasını da hiç istemiyor seçmenler.
Peki, öyleyken Angela Merkel niçin yanına kalabalık bir işadamı heyeti alıp iki günlüğüne Türkiye'ye geldi, yöneticilere dil döktü, bizim halkımıza şirin görünmeye çalıştı? Hem, hangi Türkiye'ye? Yıllardır AB'nin tam üyeliğine uygun değildir diye burun kıvırdığı ülkeye!
Nedeni açık. Tablodaki başka gerçeklere bakmak yeter.
***
Avrupa'daki kriz vartası atlatılamadı. Genel borç diz boyu. Biriken faturaların nasıl ödeneceği bilinmiyor. Eskisi gibi
"Ziyanı yok, Almanya kesenin ağzını açıp imdada yetişir" denemiyor. Çünkü aslında onun durumu da göründüğü kadar parlak değil.
Başkaları küçülürken Alman ekonomisi büyüdü ama o gelişme hemen bütünüyle ihracat kaynaklı. Ürettiklerinin aşağı yukarı yarısını Euro bölgesindeki komşulara satıyorlar. Euro ise sallantıda; üç ayda yüzde 10 değer yitirdi. Komşularda çöküntü olursa söz konusu ihracat tepetaklak!
İçte Alman ekonomisi uzun yıllardan beri durgun. Nüfusun çalışan bölümü yaşlanmakta ve daralmakta. Ulusal gelirin üçte birinden fazlası sosyal harcamalara gidiyor. Durumun sürdürülmesi için yılda yüzde 3 büyüme sağlanması şart. Oysa kriz öncesinde bile Almanya'da büyüme o oranın yarısı kadardı.
Bütün bunların karşısına 80 milyona merdiven dayamış genç nüfusu, artan satın alma gücü, NATO'da daha büyük ağırlık sırtlaması (yani Almanya'nın üstündeki
"Görevini yapmıyorsun" baskılarını hafifletmesi) söz konusu edilen zıpkın gibi ordusuyla Türkiye'yi koyun.
Gökte bir hekim Angela'nın ülkesine reçete yazacak olsa bundan iyi ilaç bulamaz.
Anlaşılmıyor mu hanımın teşrifindeki hikmet?
***
Ermenistan'la ilişkilerdeki gelişme umut vericiydi. Tıkanmış görünmesi ise can sıkıcı.
Onların görüşmecileri
"Anlamıyoruz," diyorlarmış.
"Sizi duraklatan güçlük Azerbaycan korkusu. O küçücük ülkenin nesinden çekiniyorsunuz bu kadar?"
Bizimkilerin yanıtı:
"Önemli olan ülkelerin boyu değil. Amerikan devi de küçücük İsrail'in elinde oyuncak olmuyor mu?"
O devin ülkesinde ilginç bir söz vardır:
"Kuyruk köpeği sallıyor."
Yani köpek kendi kuyruğunu sallayacağına tersi oluyor, küçük varlık büyüğü denetim altına alıyor anlamında.
Benzeri durumlar çok. Güney Kıbrıs da kuyruk ama, Yunanistan'ı sallıyor. Batık Yunanistan da Avrupa'yı...
Bakın, devlet geleneğinin ve imparatorluk tarihinin etkisi böyle yerlerde kendini göstermekte. Kuzey Kıbrıs canımız ciğerimiz olsa da, anavatan hiçbir zaman onu tepesine çıkarıp dümen suyuna girmedi.
Azerbaycan'la ilişkilerimizde de o ölçülere uygun bir balans alanı gerekli gibime geliyor. Evet, gerçekten sevdiğimiz, kardeş saydığımız bir ülke. Ancak çıkar ayrılıklarında ağır basacağından fazlasıyla emin. Suyuna gidilmediği zaman dişlerini gösterebildi.
Diaspora çelmesi gibi ıvır zıvır engellerden sıyrılıp gelişmesini hızlandırmış bir Türkiye'nin sonuçta kendilerine çok daha yararlı olabileceğini Azeri kardeşlerimizin anlamaları gerekir. Anlamazlarsa anlatabilmeli, doğru bildiğimiz yolumuzda ipoteksiz ilerleyebilmeliyiz.
Ülkemiz kuyruk değil, köpek de değil, olsa olsa iri kıyım bir Ankara tekesidir. Ona göre!