Dijitalleşmeyle birlikte gelişen yeni iletişim ortamlarının, özellikle de sosyal medyanın yeni bir dil inşa ettiği, bu dilin de siyasal kutuplaşmaya neden olduğu varsayımı oldukça yaygındır. Sahte kullanıcıların yaygın olduğu ve yalan haberin daha kolay dolaşıma girdiği sosyal medya ortamlarının farklı ideolojilere sahip kullanıcılar arasında sert tartışmalara neden olduğu ve kutuplaşmayı derinleştirdiği doğru olabilir. Ancak siyasal iletişim alanındaki çalışmalar siyasal kutuplaşmanın tek sebebinin sosyal medya olmadığını ortaya koyuyor.
Kutuplaşma temel olarak toplumun "biz" ve "onlar" olarak ayrışması olarak tanımlanabilir. Duygusal siyasal kutuplaşma, toplulukların partiler ve parti üyeleri hakkında karşıt duygulara sahip olmasını ifade ederken ideolojik kutuplaşma, toplulukların diğer ideolojiler ve politikalar hakkında görüş ayrılığına düşmesini ifade etmektedir. Örneğin 2020 yılında Jesse Shapiro tarafından yürütülen bir araştırma, ABD'de duygusal siyasal kutuplaşmanın yeni bir olgu olmadığını, 1970'lerden itibaren yükselişte olduğunu ortaya koymaktadır. Bu araştırmaya göre ABD'de "diğer parti" hakkında olumsuz duygulara sahip olanların oranı son kırk yılda toplamda yüzde yirmi artmış durumdadır. Üstelik bu araştırmaya dahil olan diğer Batılı ülkeler arasında ABD açık farkla öndedir. Shapiro, ABD'de son kırk yılda Cumhuriyetçi ve Demokrat partinin kendilerini daha homojen biçimde tanımladığını, bu nedenle bu parti üyelerinin diğer partiyi ve üyelerini daha fazla ötekileştirdiklerini ifade etmektedir. Buna örnek olarak da Cumhuriyetçi partinin kendisini daha dindar olarak, Demokrat partinin ise daha seküler olarak konumlandırdığını söylemektedir. Bu araştırmaya göre diğer Batılı ülkelerde kutuplaşma bu derece yükselmemiştir, dolayısıyla internetin etkisinin kısıtlı olduğu ileri sürülebilir. ABD'de özellikle Trump dönemi, siyasal kutuplaşmanın zirvesi olarak değerlendirilse de Pew Research tarafından yapılan son çalışma 2016 yılından 2022'ye kadar kutuplaşmanın ABD'de artmaya devam ettiğini göstermektedir.
Siyasette Kucaklayıcı / Kutuplaştırıcı Dil Tartışmaları
İkibinli yıllardaki siyasal kampanyalar arasında ABD Başkanı Barack Obama'nın 2008 yılında yürüttüğü seçim kampanyası diğerlerinden farklı ve yenilikçi olarak nitelendirilmektedir. Hareketin desteğini tabana yaymadaki başarısı ve o dönem çok yeni olan interneti etkin kullanmasıyla Obama'nın kampanyası öne çıkıyordu. Vaatleri arasında Irak'taki askerleri geri çekmek, Guantanamo'yu kapatmak, yeni bir sağlık sistemi ve vergi sistemi gibi politikalar öne çıkıyordu. Ancak kampanyayı başarılı kılan diğer unsurlar değişimi ve yeniliği ön plana çıkaran "umut", "değişim", "evet, yapabiliriz" sloganları ve rakiplerine saldırmaktan imtina eden kucaklayıcı dili olmuştu. İlginç şekilde ayrımcı ve popülist söylemleriyle öne çıkarılan Donald Trump, 2016 yılındaki ABD başkanlık seçimlerinde "Amerika'yı yeniden büyük yapalım" sloganıyla, değişimi ve ilerlemeyi vurgulayan mesajlarıyla kazanmıştı. ABD'li analistler, siyahi bir başkanın ardından Trump'ın, Obama'nın oylarının bir bölümünü kendine yönlendirebildiğini iddia etmişlerdi. Trump, başkan seçildikten sonra kutuplaştırıcı bir dili tercih etti ve Asyalılara, Müslümanlara, Ortadoğululara ve toplumun farklı kesimlerine karşı ayrımcı bir dil kullanmasıyla tartışmalara neden oldu. Bugün bakıldığında Trump dönemi Black Lives Matter hareketi ve 6 Ocak kongre baskını olaylarıyla anılmaktadır. Bu iki büyük olayda da sosyal medyanın önemli bir rol oynadığı kabul edilmektedir. Black Lives Matter hareketi, sıradan bir ABD vatandaşının ırkçı polis şiddetini kayıt altına alması ve paylaşması sonucu alevlenmiş ve tüm ülkeyi sarmıştı. 6 Ocak kongre baskını da Başkan Trump'ın sosyal medya üzerinden yaptığı çağrıların ardından, sosyal medya üzerinden etkin biçimde örgütlenen kızgın kalabalıklar tarafından gerçekleştirilmişti. Toplumdaki kutuplaşmanın giderek artması sosyal medyadaki tartışmaların da şiddetini arttırmıştı. Aynı zamanda sosyal medyanın kendisi toplumun kutuplaşmasını pekiştiren bir işlev görmüştü.
Bugüne kadar yapılan araştırmalar, seçim kampanyalarında kullanılan kucaklayıcı ya da çatışmacı dilin doğrudan seçimin sonucunu belirlediğine ilişkin bir bulgu ortaya koyabilmiş değildir. Ancak ulusun karşı karşıya olduğu sorunların ve gündemin ortaya çıkardığı bağlamın, kampanya mesajlarının etkisini belirlediğine dair bulgular mevcuttur. Yani seçmenlerin çevresini kuşatan olaylar, onların zihninde olan biteni "doğru" biçimde değerlendirebilmeleri için bir rehber işlevi görmektedir. Politikalar, mesajlar, sloganlar, bu bağlam içerisinde anlam kazanmakta ve seçmenin yönelimlerini değiştirebilmektedir. Dolayısıyla bağlamı oluşturan olaylar ve hikayeler daha fazla önem kazanmaktadır. "Kucaklayıcı" bir dil kullanan ve bu dili kullandığı ifade eden bir siyasetçi, aynı zamanda rakibini "kutuplaştırıcı" dil kullanmakla itham etmektedir. Barış, sevgi, umut sloganlarını kullanan "kucaklayıcı" bir dil, aynı zamanda rakibini savaş, öfke ve umutsuzluk kavramlarıyla yaftalayabilmektedir. Siyasal kampanyada üretilen her kavram, kendi karşıtıyla anlam bulmakta ve dolayısıyla seçmenleri de bu karşıtlık içerisinde bir tutum takınmaya çağırmaktadır.
Sosyal Medya ve Bağlamın Düşüşü
Sosyal medya platformlarının kendine has özellikleri, kullanıcıların her platforma özgü bir dil ve tarz belirlemesini de beraberinde getirmektedir. Bu kurallar yazılı olmamakla birlikte o platformun kullanıcıları (ve platformun tasarımcıları) tarafından oluşturulmakta ve etkileşim yoluyla öğrenilmektedir. Farklı politik farkındalık düzeylerine sahip ve farklı ideolojik yaklaşımları benimseyen milyonlarca kullanıcı her gün karşılaştıkları meseleler hakkında bu mecralarda fikir ve içerik üretmekte, tartışmakta ve etkileşimde bulunmaktadır. Ancak herhangi bir politik mesele sosyal medya platformlarında tartışılırken, kullanıcılar konuyu farklı bağlamlarda değerlendirebilmektedir. Yani aynı mesele hakkında tartışan/etkileşimde bulunan kullanıcılar, farklı bağlamlardan beslendikleri için aslında anladıkları ve anlatmak istedikleri şeyler karşı tarafta istenilen anlamı üretememektedir. Bu sürece "bağlamın düşüşü" adı verilmektedir. Günümüz toplumlarında aktif biçimde kullanılan ve yeni bir kamusal alan olarak yorumlanan sosyal medya mecralarının özellikle politik tartışmalarda bu tür bir "yanlış anlaşılmaya" yol açması, günümüz siyasetinin karşılaştığı zorluklardan biridir. Diğer yandan bağlamın düşüşü, olaylara ve kavramlara yeni anlamlar yükleme imkanı açısından siyasetçilere fırsatlar doğurabilmektedir. Herhangi bir mesele hakkında yürütülen tartışma, bağlamından kopartılarak, siyasi bir avantaja dönüştürülmek üzere manipüle edilebilir ve yeni bir gündem oluşturulabilir. Kullanıcıların "gerçek bilgi" yerine ideolojik kalıplarına uygun içerikleri tercih ettiği bir ortamda bağlamından koparılmış ve yeni anlamlar yüklenmiş mesajlar, kullanıcıların manipülasyonu tehlikesini beraberinde getirmektedir. Böyle bir bilgi üretimi ve dolaşımı ekosistemi içerisinde siyasal kampanyaların ürettiği mesajlar kadar, bağlamı ne kadar kontrol edebildiği ya da etkileyebildiği önemli olacaktır. Bağlam, en az mesaj/slogan kadar dikkat edilmesi ve tasarlanması gereken bir unsur olarak siyasette belirleyici olacaktır.