Türkiye'nin en iyi haber sitesi
TUĞÇE ERSOY CEYLAN

İsrail’de Yeni Yıl ve 7 Ekim’in Akıldan Çıkmayan Hayaletleri

7 Ekim'in üzerinden bir yıl geçti. Yahudiliğe göre yeni yılın başlangıcı olan 2 Ekim'e İsrailliler geçtiğimiz yılın üzüntüleriyle giriyorlar. Geçen yıl 7 Ekim öncesinde kutladıkları Roş Haşanada (5784) İsrailliler yeni yıl için güzel dileklerde bulunurken; hiç kimsenin aklına geçen bir yılda yaşananlar gelmezdi. Bugün İsrail Lübnan'da savaş durumunda; İran'dan ne zaman saldırı geleceğine dair belirsizlikten dolayı her an sığınaklara girmeye hazır bir diken üstü halinde; Gazze'de bir türlü elde edilemeyen ateşkesten dolayı hükümetin geri getiremediği 101 rehinenin akıbeti hususunda endişe içerisinde. İsrailliler Yahudi takvimine göre 5785'e girerken yeni yılın bir öncekinden farklı olmasını temenni ediyorlar. Gelgelelim İsrail ile İran bölgeyi kendi büyük stratejilerine göre şekillendirme mücadelesine girmiş görünüyor; bunun sonunda da askeri eylemlerin uzun süreli bir diplomatik sürece evrileceğine dair görünürde hiçbir ibare yok.

7 Ekim İsrail için pek çok şeyi ifade ediyor. Politika yapıcılar nezdinde 7 Ekim, Hamas ve İran'ın Filistin-İsrail meselesini ve Ortadoğu'yu yeniden şekillendirmeye yönelik bir plandı. El-Aksa saldırılarıyla Hizbullah ve diğer aktörler, çatışmalı sürecin içine çekildi; böylelikle İsrail birden fazla cephede çatışırken tükenecekti. Böylece Sünni Arap ülkelerle normalleşen İsrail'in kuracağı bölgesel dengenin değişmesi engellenecekti. Bu süreçte ise Filistinliler daimî bir bombardıman ve ölüm döngüsüne hapsoldu. Şu an için, ülkenin içinde bulunduğu çatışma halinin üzerinden bir yıl geçmesine rağmen İsrail'de normalleşme, normale dönüş hem siyasi hem toplumsal hem de diplomatik olarak uzak görünüyor. Diplomatik açıdan İsrail ile Arap ülkeleri arasında başlayan normalleşme İran'ın arzu ettiği gibi henüz tamamen ölmedi belki ama kurulan ilişkilerin büyük oranda gerilediği ve Suudi Arabistan ile 7 Ekim'in tam öncesinde nihayete erecek normalleşme anlaşması da askıya alınmış görünüyor. İsrail ise bütün bir yılı yaşadıklarına tepki vererek geçirdi.

İsrail ordusuna ve istihbaratına büyük bir darbe vuran Hamas'ın 7 Ekim saldırılarının akabinde İsrail'deki mevcut hükümetin ve karar alıcıların tepkisellikle ve düşünmeden hareket ettiğine tüm dünya şahit oldu. Koalisyondaki aşırı sağcı grupların eylem ve özellikle de söylemlerinin katalizör olduğunu belirtmek gerekir. Bu meyanda İsrail ordusu Gazze'yi işgal etti; Filistinlileri bir kez daha sürgün etti; Gazze'ye yardım gönderilmesi konusunda başta ABD olmak üzere bölge ülkeleriyle anlamsız tartışmalara girdi; rehineler için ateşkes anlaşması yapmayı ikinci plana itti. Böylece hem uluslararası kamuoyu hem de İsrail kamuoyunun geniş kesimleri nezdinde İsrailli karar alıcılar aylar boyu protesto edildi. İsrail hükümeti Uluslararası Ceza Mahkemesinde etnik temizlik yapmakla itham edildi.

İsrailli karar alıcıların benimsediği "yatıştırmak için kızıştırmak ve şiddeti artırmak" politikasının 7 Ekim'den bir yıl sonra İsrail'i ve istemeden de olsa ABD'yi bölgede namütenahi bir çatışma döngüsünün içerisine hapsetme riski var. Rakibin kapasitesini yıkmak adına askeri eyleme girişme stratejisi yeni değil. Begin doktrini olarak bilinen bu anlayışa göre İsrail düşman bir ülkenin nükleer silah edinmesine izin veremez. İsrail, 1981'de Irak'ta ve 2007'de Suriye'de nükleer reaktörleri bu saikle vurmuştu. Yine 2015'te İran'la diplomasi vasıtasıyla varılan nükleer anlaşmayı da aynı saikle bozmak için çabaladı. Öte yandan bu doğrultuda Lübnan'da Eylül ayından itibaren Hizbullah'a yönelik yürütülen istihbarat ve askeri operasyonlar, örgütün lideri Nasrallah'a ve Hamas'ın siyasi lideri Haniye'ye Tahran'da düzenlenen suikast, yine Hizbullah'ın diğer kritik isimlerinin aynı şekilde öldürülmesi, kamuoyunda bu geçen bir yıl içinde zedelenen "ulusal gururun" ve kaybolan güvenlik hissinin yerine konması noktasında ordunun bir başarısı olarak algılandı.

Gelgelelim İran'dan daha fazla füzenin fırlatılacağı endişesi İsrail'de bireysel hayatın idamesini zorlaştırıyor. İsrailliler yolculuk sırasında saldırıya uğrayabilecekleri endişesiyle Roş Haşana tatilinde aileleriyle beraber olmak için seyahat etmekten korkuyorlar. Geçtiğimiz günlerde Lübnan'da kara harekâtı için ordunun yaptığı askerlik çağrısı da ailelerin sabrını tüketiyor. Özellikle askerliğin zorunlu olduğu seküler kesimin ultra-Ortodokslar için kendilerini feda ettiği algısı sinirleri germeye devam ediyor. İsrail ekonomisi, sürdürülen savaşlar ve bir kesime göre "bu işlerden hiç anlamayan" ultra milliyetçi-dindar bir maliye bakanının (Bezalel Smotrich) elinde çöküyor.

Siyasetin ve stratejilerin ötesinde 7 Ekim yaklaşırken ülke genelinde genel havanın karamsar ve melankolik olduğu söylenebilir. Son zamanlarda artık Gazze'den değil Lübnan'dan gelen "çatışmada ölen askerler"e dair haberler, ülkenin kuzeyindeki evlerine dönmek için bekleyen on binlerce kişi ve Gazze'deki rehinelerin akıbetine dair belirsizlik bu havayı besleyen pek çok dinamikten birkaçı. Bu halin bir dışa vurumu da İsraillerin 7 Ekim'in yıldönümüne denk gelen Roş Haşana'da saldırıda ölenleri anmak için hazırladıkları etkinlikler. Bunlardan biri ölenler için "Masada Bir Yer" adlı bir proje. Kayıpları olan aileler yeni yıl masasında eksik olan kişinin en sevdiği yemeği yaparak sosyal medyada videosunu paylaşıyorlar. İsrailli bir gazetecinin dediği gibi İsrailliler için dünyada bu Roş Haşana'nın tatlı geçmesini sağlayacak kadar yeterli bal yok.

Tüm bu karamsarlığa ek olarak, ülkenin çoğunluğunun güvenmediği bir hükümetin ve liderin ülke tarihinin gördüğü en ultra milliyetçi-dindar iktidarı altında yaşamak da bu halet-i ruhiyenin sürmesine etki ediyor. Nitekim Başbakan Netanyahu'nun yeni yıl için kabine toplantısında verdiği demeçte 101 rehineden çok kısa bir şekilde bahsetmesi kamuoyunun bir kesimini kızdırdı. Bu kesimlerde Netanyahu'nun rehinleri Gazze'deki tünellerde ölüme terk ettiği yönünde güçlü bir hissiyat hâkim. Başbakanın konuşmasını bitirirken zikrettiği "İsrail'in ebedi varlığını sağlayacağız" cümlesi ise somut vaatler sunmaktan çok uzak bir retorik olarak algılanıyor.

7 Ekim'in yıldönümünde ve "yeni yıl"ın arifesinde, İsrailli liderlerin sunduğu tek ufuk savaş olacakmış gibi görünüyor. Oysa ki İsrail'in artık bir sonraki sayfaya geçerek yeni ve taze adımlar atması önemli. Bu adımların siyasi ve diplomatik çabalar içermesi ise elzem. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda Ürdün Dışişleri Bakanı Eymen Sefadi'nin sorduğu üzere İsrailli siyasetçilerin "savaş gireceğim, şunu öldüreceğim, bunu da öldüreceğim" dışında bir söylemi kaldı mı? İsrailli karar alıcıların her zaman ilk adımı, yani yakıp yıkmayı düşündüklerini, gelgelelim sonrası için bir planları olmadığını ifade ettiği sözlerinin 7 Ekim'in yıldönümünde İsrail'de işitilmesi temennisiyle.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA