Dünya 7 Ekim'den beri evrensel insani değerler, uluslararası insan hakları hukuku ve yerleşik uluslararası teamüllerin altının oyulduğu ve erozyona uğradığı bir sürece şahitlik ediyor. Bu sürece son olarak geçtiğimiz hafta bir yenisi daha eklendi. Dokuz İsrail askeri gözaltındaki Filistinliye fiziksel ve cinsel saldırı ile suçlandı. Söz konusu askerler askeri mahkeme önünde yargılanırken bir grup İsrailli mahkemeyi "basarak" söz konusu askerlerin salıverilmesini istediler. Bu sadece İsrail'in siyasi-toplumsal tarihinde değil, dünyada da bir ilk olsa gerek. İsrail askerlerini cinsel saldırı suçu işlemiş olsalar dahi savunan bu kişiler kimler? Hem hukuka hem de temel insan haklarına aykırı olan böylesi bir durum nasıl oldu da söz konusu grubun gösterdiği vandalizm eşliğinde normal bir tepki gibi görüldü?
Geçtiğimiz hafta dokuz İsrail askerinin Filistinli rehinelere cinsel saldırı ve işkence yaptığına dair soruşturma başlatılmasını sağlayan etken, askerlerin bizzat kendilerinin paylaştıkları videolardı. Bu noktada söz konusu videoda yer alan görüntü ve eylemler cezai bir kovuşturma sebebi olmasına rağmen gösterilen pervasızlık uluslararası kamuoyunu şaşırdı. Neticede otoriteleri harekete geçmesi için yeterli veri ve kanıt ortadaydı. Dolayısıyla gösterilen pervasızlık göz önünde bulundurulduğunda ilk olarak İsrail ordusunun etik/ahlaki değerlere ve uluslararası hukuk ve teamüllere ne derece riayet ettiğinin sorgulanması gerekir.
Bununla beraber bu olayda düşündürücü olan suçun isnat edildiği askerlerin salıverilmesi için yapılan baskındır. Bir grup İsrailli, taciz ve işkence söz konusuyken askerlerin soruşturulmasına şiddetle karşı çıkmıştır. Hatta medyada İsrailli bir milletvekilinin rakiplerine tecavüz etmenin meşru olduğunu savunduğu görüntülere dahi şahit olundu. Dahası bu eylemi gerçekleştiren askerlerden birinin "(Filistinliyi kastederek) bu bir katil neden umurumda olsun ki" diyerek eşine destek verdiği ortaya çıktı.
Bir insanın tecavüze uğrayarak hastanelik olmasına her insanın göstereceği duygunun acımak ve merhamet göstermek, en kötü ihtimalde bunun asla kabul edilemeyecek bir insan hakkı ihlali olduğunu düşünmek ve dile getirmek beklenebilecek en normal tepkidir. Ancak bu olay İsrail'de bir kesimin Filistinlileri insanlıktan çıkarmak ve insandışılaştırmak konusunda geldiği noktaya bizlere göstermektedir. Onların başına gelenlere, getirilenlere sessiz kalmak ise görmezden gelmek ve hatta onaylamaktır. Bu kanaatimce faşizm, ırkçılık, ayrımcılık gibi nosyonları aşan bir durumdur. Bu Hannah Arendt'in tabiriyle radikal kötülüktür: en temel hakkın, haklara sahip olma hakkının kişinin elinden alınması, insanın şahsiyetini bir "şeye" dönüştürme edimidir.
İsrail kurulduğundan beri kendisini Ortadoğu'da hukukun üstünlüğüne dayalı tek demokrasi olarak lanse edegelmiştir. Özellikle 1990'lı yıllarda belli bazı temel insan haklarının temel yasa yapılmasıyla beraber İsrail vatandaşı Filistinliler de dahil olmak üzere dezavantajlı grupların haklar ve özgürlükler bağlamında İsrail Yüksek Mahkemesi vasıtasıyla hukukun koruyucu çatısı altına girdiğini hatırlatmak elzemdir. Dolayısıyla 1967'den beri işgalci bir devlet olmakla beraber İsrail kendi sınırları içerisinde teorik anlamda "göreli" bir liberal hukuk düzeni benimsemiştir. Geçtiğimiz pazartesi günü Sde Teiman ve Beit Lid askeri üslerinden gelen fotoğraf ve videolar İsrail kamuoyunun bir kesiminde rahatsızlık yaratmış; olması gerektiği gibi askeri polis Sde Teiman'a giderek oradaki dokuz asker hakkında göz altında tutulan bir Filistinliye fiziksel ve cinsel saldırı yaptıkları gerekçesiyle soruşturma açmıştır.
Askeri polisin ordu mensuplarını sorguladığına dair haberler medyada çıkınca koalisyondaki bazı milletvekilleri de dahil olmak üzere protestocular Sde Teiman'a baskın düzenlediler. Soruşturmanın sürdürüleceği Beit Lid üssüne de gittiler ve her iki mekandaki kargaşa görüntülerine tüm dünya sosyal medyadan şahit oldu. Halkın ayaklanmasının sebebi İsrail askerlerinin işlediği cürme bir tepki değildi. Tam aksine askeri üslerde toplanan kalabalık 7 Ekim'den beri yaklaşık yedi yüz askerin öldüğü bir süreçte "onlara nasıl olur da böyle davranılır" tepkisiyle hareket ediyordu. Diğer bir deyişle bu kitlenin ve bazı milletvekillerinin gözünde yaklaşık 10 aydır "hayatlarını ortaya koyan" bu askerler böyle bir muameleyi hak etmiyordu. Aslında klişe tabirle sözün bittiği yer burasıdır.
Yine de bu olanların İsrail'deki derin toplumsal ve siyasi bölünmeyle ve ultra milliyetçi-dindar partilerin koalisyonda olmasından alınan güçle ilgisi olduğunu öne sürmek mümkündür. Nitekim siyasilerden yapılan açıklamalara bakıldığında dokuz askerin sorgulanmasına şiddetle karşı çıkanlar aşırı milliyetçi-dindar milletvekilleriyken askeri üslerin basılmasını ve sorgulamanın engellenmesini eleştirenler merkeze daha yakın siyasetçiler olduğu gözlemlenmektedir.
Bu bağlamda Likud partisinden milletvekili Hanoch Milvetsky ile Hadash Ta'al partisi milletvekili İsrailli-Filistinli Ahmet Tibi arasında geçen diyalog ibretliktir. Tibi "bir kişinin içine patlayıcı sokmak meşru mudur" diye sorunca Milvetksy "eğer bu kişi bir 'nukhba' (Hamas komandosu) ise her şey meşrudur" şeklinde cevap vermiştir. Tabi bazı İsraillilerin nezdinde Gazze'deki tüm Filistinliler potansiyel Hamas mensubu olarak görülüyor. Bu durumda herhangi bir Filistinliye yapılacak her insanlık dışı eylem bu şekilde savunulabiliyor. Milvetsky 7 Ekim öncesinde İsrail'de yargıdaki değişikliklere karşı haftalardır yapılan protestolarda şahit olunduğu üzere "ülkeyi yakan bu ilerlemeci yasal absürtlük şimdi durmalı" diyerek hukuk devleti, hukukun üstünlüğü gibi kavramlar karşısında nerede durduğunu da göstermiş oluyor. Buna karşılık muhalefet lideri Yair Lapid, Sde Teiman üssünün basılmasını orduyu zayıflatan ve altını oyan, İsrail devletini zayıflatacak ve ortadan kaldıracak, "gücün kaynaklarına zarar veren" bir eylem olarak eleştirdi. Bu tepkilere bakılınca aslında hukuk düzenini ya da liberal düzeni savunan bir dünya ile hukuka ve demokrasiye inanmayan, evrensel insan haklarını kabul etmeyen otoriter aşırı dindar-milliyetçi, İsrailli muhalif siyasetçilerin tabiriyle Kahanist bir dünyanın karşı karşıya olduğu bir toplumsal-siyasi güç ve iktidar mücadelesi görüyoruz. Halihazırdaki koalisyona bakınca şimdilik bu mücadelede galebe çalanın Yahudi üstünlüğünü savunan, Yahudilerden başkasına yaşam hakkı tanımayan ultra milliyetçi-dindar kesim olduğu ortadadır.
Sde Teiman'daki baskında hazır bulunan milletvekillerinden bir diğeri de Dini Siyonizm partisinden Zvi Sukkot'tu. Sukkot çoğunlukla Ortodoks Yahudi cemaatinin yaşadığı Nablus'a yakın Yitzhar adlı bir yerleşimde ikamet eden yerleşimci bir aktivisttir. Siyasete girmeden önce Yahudi şeriatına dayalı bir devleti kurmayı hedefleyen aşırı sağcı bir örgütün üyesiydi. Medyada hemen her gün şahit olunan Batı Şeria'daki Filistinlilere yönelik yerleşimci şiddetinin uygulayıcılarından da biriydi. Yine aynı baskındaki hazırundan biri olan Maliye Bakanı Bezalel Smotrich de bir yerleşimcidir. Dini eğitimin verildiği Merkez HaRav Kook'a gitmiş ve 2005'te Gazze'den tek taraflı çekilmeyi şiddetle protesto etmiştir, Filistinliler hakkında 2021'de "1948'de Ben-Gurion işi bitirmemiştir" demiştir ve o da Sukkot gibi İsrail'in Yahudi şeriatına dayalı bir devlet olmasını istemektedir.
Ultra-Ortodoks gruplardan (Haredim) farklı olarak Haziran 1967 savaşından sonra oluşmaya başlayan dindar-sağcı yerleşimci hareket İsrail toplumsal yapısında sivil toplum, akademi, medya, yargı gibi köşe başlarını tutarak tedrici bir şekilde güçlenmiş, bugünse iktidar olarak nihai zaferini ilan etmiştir. İsrail'in bu popülist, üstünlükçü illiberal dönüşümünü Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nin işgalinden sonra bu toprakların barış için geri verilmesini talep eden ve vaat edilen toprakların elden çıkarılmasının dine bir küfür olduğunu salık veren kutuplaşmanın geldiği nokta olarak görmek mümkündür. İsrail ordusundaki bazı askerlerin işlediği fiziksel ve cinsel şiddet suçu ilk değildir. Yine Gazze'deki askerlerin aylardır süren kötü davranışları cezasız kalmıştır. Batı Şeria'da Filistinlilerin mülklerini yok ederken kendilerini filme alan askerler de vardır. Batı Şeria'da yıllarca süren yasadışı karakollar ve yerleşimci şiddeti, sadece yetkililer tarafından görmezden gelinmekle kalmamış, ordunun işgal altındaki topraklarda görev yapan bazı mensupları yerleşimcilere şiddet uygularken çanak tutmuştur.
Dolayısıyla ilk olan bu suçu işleyenlerin yargı önüne çıkarılmasına verilen açık tepkidir. Yukarıda açıklandığı üzere bu tepkiler birdenbire ortaya çıkmamıştır; belli bir tarihsel sosyolojik bağlam içinde yeşermiştir. Hem İsrailli Filistinlilerin hem de işgal altındaki topraklardaki Filistinlilerin halihazırdaki ve gelecekteki durumları açısından düşündürücü ve kaygı verici olan da budur.
Öte yandan İsrail açısından bu olay hukuk düzeni ve devlet otoritesinin bazı kesimlerce reddedildiğini de göstermektedir. Bir çetenin eylemi seçilmiş milletvekilleri tarafından popülist siyasi bir öfkenin dışavurumu olarak taşkınlığa dönüştürülmüştür. Hatta beklenen bu eylemin eleştirilmesiyken İsrail sağı, yargı sistemi ve ordudaki yüksek rütbelileri suçlayarak olanları meşrulaştırmaya çalışmıştır. Hatta hukukun üstünlüğü yerine iddia edilen hukuk ihlallerini korumak için ordu üslerini ele geçirmeyi salık veren de aynı politikacılardır. Bunun tasdiklercesine Smotrich, Askeri Başsavcı Tümgeneral Yifat Tomer-Yerushalmi'den "ellerini ordunun askerlerinin üzerinden çekmesini" söylemiştir.
Son tahlilde Pazartesi günü gerçekleşen bu baskın İsrail toplumunda aşırı milliyetçi-dindar unsurların özellikle son seçimlerde Netanyahu'nun kurduğu koalisyonun ve 7 Ekim sonrası olanların ardından nasıl köklendiğini ve teşvik edildiğini göstermesi açısından mühimdir. Öte yandan söz konusu hadise ve sonrasında yaşananlar İsrail ordusu içerisindeki emir komuta zincirinin ve ordu içindeki hukukun söz konusu aşırı milliyetçi-dindar siyasetçilerin de cesaretlendirmesiyle çözülme işareti gösterdiği şeklinde de yorumlanabilir. İsrail'deki iç toplumsal-siyasi kriz Gazze'deki savaşa ve kuzeyde Hizbullah'la çatışmalara rağmen sürmekte ve anarşi, devletin diğer kurumlarına da sıçramaktadır. İsrail içerdeki ciddi zorluklara cevap vermede zayıf ve yetersiz durumdadır. Böylesi bir dönemecin sonunda ülkenin nihai olarak ne tarafta kalacağı ise zamanla görülecektir.