İsrail'in Gazze saldırıları başlarken Netanyahu, amacının nihai zafer olduğunu ilan etmişti. Yani Gazze'ye yapılacak operasyonla 7 Ekim saldırılarının müsebbibi Hamas ortadan kaldırılacaktı. Ancak bu gerçekleşmesi hiçbir zaman mümkün olmayan bir sözdü. Kaldı ki Gazze savaşının 243. gününde bir "zaferden" bahsetmek şöyle dursun, İsrail Hamas'ı ortadan kaldıramadığı ve Gazze'de sivilleri katletmekten ve insani bir felakete sebep olmaktan öteye gidemediği gibi, Netanyahu da siyasi kariyerinin en başarısız, en zorlu günlerinden geçiyor olsa gerek. Kendisinin hem iç hem de dış kamuoyu nezdinde desteklenen bir figür olmaktan çıktığı günden güne daha aşikâr hale geliyor. İsrail ise bugün her zamandakinden daha fazla açmaz ve mağlubiyet arasında sıkışmış durumda.
Netanyahu Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) savcısı Kerim Han'ın tutuklama müzekkeresi ile karşı karşıya kalırken, İsrail de Gazze'deki askeri operasyonlarla sivillerin ölümüne neden olma yüzünden insani açıdan uluslararası alanda zora düşmüş durumda. 7 Ekim akabinde türeyen radikal dindar-sağcı çetelerin otoyollarda kamyonları durdurması, Gazze'ye giden yiyecek kutularını boşaltması ve bu kamyonları ateşe verirken İsrail polisinin izlemesi uluslararası kamuoyu nezdinde hükümeti bu suçların ortağı yaptı. En iyi ihtimalle devletin bunlar sebebiyle beceriksiz göründüğü söylenebilir. Batı Şeria'da da benzer sahnelere şahit oluyoruz. Filistinliler her gün yerleşimci şiddetinden nasibini alırken; bu çeteler Filistinlilerin evlerini yıkar, tarlalarını yakarken İsrail ordusu (IDF) ya izliyor ya da yerleşimci çeteler adına müdahalede bulunuyor. Hal böyleyken hükümet bu eylemleri kararlılıkla engellemediği ve Gazze'ye insani yardım ulaşması için mümkün olan her çabayı göstermediği müddetçe İsrail zorba bir devlet olarak görülecektir. Bu durumda Batı Şeria Filistinlilerden "temizlense", Hamas'ın tüm üyeleri öldürülse bile bu İsrail açısından Pirus zaferinden öteye geçmeyecektir. İsrail 7 Ekim sonrası sürecin askerî açıdan olmasa bile ahlaki ve insani açıdan kaybedeni olmuştur.
Öte yandan İsrail'in ateşkese yanaşmaması hem İsrail'de hem de uluslararası camiada rahatsızlık yaratmayı sürdürüyor. ABD Başkanı Biden'in ateşkes önerisi masada ancak İsrail hükümeti bu konuda hala ayak diretiyor. Biden'in üç aşamalı planının ilk aşamasında ateşkes, İsrail ordusunun meskûn alanlardan çekilmesi, insani yardımın sağlanması; ikinci aşamasında rehinelerin salıverilmesi, İsrail ordusunun Gazze'den tamamen çekilmesi ve üçüncü aşamasında da Gazze'nin yeniden inşası öngörülüyor. Biden bu planı açıklayarak Netanyahu'ya ya bu planının gerçekleşmesi için çalış ya da başarısız olursa sorumluluk almayı kabul et mesajını vermiş oldu. Ne var ki İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant görüşmelerin çatışmalar sürerken yapılmasını dayatmaya çalışırken, Hamas lideri İsmail Haniye de savaş durmadan rehineleri bırakmayacağını söylüyor. Netanyahu, Biden planına onay verdiğinde aşırı dindar-sağın ve belki kendi partisinin (Likud) desteğini kaybedecek, "nihai zafer" sözünü tutmamış olacak. Öte yandan eğer planı kabul ederse en azından merkezdeki muhalefetin iş birliğini elde edebilir, rehinelerin geri dönmesini sağlayabilir, Lübnan sınırındaki hareketliliği durdurabilir, uluslararası imajını düzeltmek için adım atmış olabilir. Her ne kadar planı kabul etmenin İsrail'in lehine olduğu görünüyor olsa da Netanyahu'nun yapacağı tercih İsrail kamuoyunda siyasi kariyeri ve rehinelerin kurtarılması arasında bir seçim olarak algılanacaktır.
Kudüs Gününde radikal sağcı gençler Eski Kudüs'te Müslüman mahallesinin önünden geçerken "köyünüz yansın", "Araplara ölüm" sloganları atarken, Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir ateşe odun taşırcasına Harem-ü Şerif'te on yıllardır süren statükoyu bozacak bir açıklama yaptı ve Yahudilerin Harem'e giderek dua edebileceğini açıkladı. Yahudiliğin inancına göre bu bölge kutsallar kutsalı olduğundan buraya ayak basmanın yasak olmasını da geçelim, en son o dönem Başbakan olan Ariel Şaron beraberindekilerle Harem'e duaya geldiğinde İkinci İntifada başladığını hatırlatmak gerekir. Bu tür eylemlerin provokasyondan öte bir anlam taşımadığı/taşımayacağı ortadadır. Eski Kudüs'te sözü edilen gruplar Filistinlilerin işyerlerine saldırmak isterken, ilk başta onlara engel olmaya çalışanlar arasında İsrailli barış aktivistlerinin olduğunu da not etmek elzemdir.
Tel Aviv'de hükümeti içerde zor duruma düşüren başka bir gösteri vardı. Begin Caddesi'ndeki Öfke Yürüyüşü'nde protestocular Netanyahu hükümetini rehinelerin salıverilmesi için anlaşma yapmamakla, Biden'in ateşkes planını kabul etmemekle eleştiriyor ve Netanyahu'yu rehineleri koz olarak kullanmakla itham ediyor. 7 Ekim'den önce de kitleler nezdinde güvenilirliği sorgulanan Netanyahu'nun rehineleri siyasi kariyeri için bir koz olarak kullanabileceğine ikna olan çok sayıda İsrailli mevcut.
Netanyahu'nun iktidarı Itamar Ben-Gvir'in yaptığı bu kutuplaştırıcı ve körükleyici propagandadan dolayı zora düşmeyecekse bile Ben-Gvir'in koalisyon ortağı olan Otzma Yehudit Partisi'nin Netanyahu'nun Hamas ile İsrail arasındaki ateşkes taslağını göstermediği gerekçesiyle mecliste ateşkes için evet oyu vermeyeceğini söylemesinden dolayı gerçekleşecek. Hatta Ben-Gvir "eğer Hamas'ı bertaraf etmeyecek bir şekilde savaşı sona erdirecek böylesi pervasız bir anlaşmayı imzalarsa, Otzma Yehudit koalisyondan ayrılacaktır" diye tehditler de savurdu; ki bu Netanyahu hükümetinin düşmesi anlamına gelir. Netanyahu'nun bir kez daha iktidar olmak için aşırı dindar-sağcı partilerin koalisyonunda başbakanlığı elde etmiş olmasının neticeleri her gün yüzüne bu şekilde vurulurken "acaba böyle olacağını öngörmüş müydü yoksa büyük bir özgüvenle bu partileri avucunda tutabileceğini mi sandı" diye düşünmekten insan kendini alamıyor.
Bir yanda rehinlerin geri getirilmesi ve ateşkes için öfke yürüyüşleri yapan kitleler, diğer yanda Kahramanlık Platformu adlı bir oluşumun Hamas'a dolayısıyla Gazze'ye daha fazla askeri operasyon yapılması için bastıran, yakınları ölmüş asker ailelerini temsil eden protesto çadırları İsrail'in toplumsal bölünmüşlüğünün somut nişaneleri olarak karşımızda duruyor.
Netanyahu sadece İsrail içinde değil, uluslararası arenada da zora düşmeye başladı. 7 Ekim'de sivillerin ölümüyle neticelenen Hamas saldırıları karşısında Batı, İsrail'in Gazze'ye yönelik başlattığı operasyonun haklılığını savunduğu noktadan, bu operasyonların artık bir etnik temizlik, hatta UCM'nin de öne sürdüğü üzere bir soykırım halini almasıyla, ateşkes baskısı yaptığı bir noktaya geldi. Batılı ülkelerdeki kamuoyları siyasilerden çok önce İsrail'i ve Netanyahu'nun politikalarını protesto eden kitlesel gösteriler düzenledi. Hatta Netanyahu'nun geçtiğimiz perşembe günü Fransız televizyonu TF1'e verdiği röportaj sırasında kullandığı üslup Fransız dinleyicileri ürküttü; zira Netanyahu'nun kullandığı retorik onlara Fransa'nın aşırı sağcıları Marine Le Pen'i ya da Eric Zemmour'u hatırlattı. Netanyahu şöyle konuştu: "Bizim zaferimizin sizin zaferiniz olduğunu söylüyorum. Zaferimiz İsrail'in antisemitizme karşı zaferi olacaktır. Bu Yahudi-Hristiyan medeniyetinin barbarlığa karşı zaferidir. Bu Fransa'nın zaferidir." Fransız kamuoyu bunu 6 Haziran'daki Avrupa Parlamentosu seçimlerinin öncesinde aşırı-sağ kitleyi hedefleyerek iç politikaya doğrudan müdahale eden bir provokasyon addetti. Netanyahu'nun bu üslubu İsrail'de ve hatta Amerika'da böylesi bir rahatsızlık yaratmayabilirdi belki; ancak bu noktada açığa çıkan, Netanyahu'nun bunu hesaplayamamış olması. Bu da onun gibi bunu gözden kaçırmayacak tecrübeli bir siyasetçinin yorgunluğunu ve çaresizliğini gözler önüne seriyor. Fransa röportajının verdiği zarar bununla kalmadı; yayının akabinde Fransa, Eurosatory 2024 adlı güvenlik ve savunma fuarına İsrailli savunma şirketlerinin gelmesini yasakladı. Şüphesiz bu tepki sadece Netanyahu'nun Fransız seyirciyi rahatsız eden konuşmasının neticesi değil; daha ziyade İsrail'in Gazze'deki insani felaketi sürdürmesi, Refah'a askeri operasyona Fransa'nın karşı olması, Netanyahu'nun ateşkesi ve sonrasını konuşmayı reddetmesi gibi Gazze'de sürdürülen orantısız savaşla ilgilidir.
Gazze'deki savaş İsrail'i bölgesel olarak da zor duruma düşürüyor. 27 Mayıs'ta Mısır'ın Gazze sınırında konuşlu güçlerinden Refah'taki İsrail askerlerine ateş açıldı; gerekçe İsrail ordusunun Refah'ta katliam gerçekleştirdiğine inanmalarıydı. Karşılıklı ateş neticesinde bir Mısırlı asker öldü. Arap Baharı sonrasında yumuşayan, Doğu Akdeniz'deki enerji kaynaklarının da etkisiyle iş birliğine evrilen İsrail-Mısır ilişkilerinde rüzgâr tersine dönecek gibi görünüyor. Nitekim Mısır Güney Afrika'nın İsrail'in soykırım suçu işlediğine dair UCM'deki davasına da katıldı. İkili ilişkilerde henüz kırılma olmasa da en azından sürtüşme olduğunu söylemek mümkün. Mısır'ın bölgesel bir güç olarak Arap ülkeleri arasında ateşkesin sağlanması, rehinelerin salıverilmesi ve Gazze'nin savaş sonrasındaki durumunun belirlenmesi için diplomatik rolü üstlenebilecek az ülkeden biri olduğunu İsrail'in hatırlaması gerekmektedir.
Son olarak Netanyahu'nun iktidarı Gazze'de çatışmalar durduktan sonrasına dair bir planının olmamasından dolayı da çıkmazda. Geçtiğimiz günlerde Savunma Bakanı Yoav Gallant bu sebeple Netanyahu'yu eleştiri yağmuruna tutmuştu. Koalisyon üyelerini memnun etmek Netanyahu için her geçen gün imkansızlaşıyor. Bu noktada Gallant'ın sahadaki gerçeklerle Netanyahu'ya nazaran daha fazla uzlaştığını söylemek mümkün. Zira İsrail'in Gazze'de Filistinlilerle beraber çalışması gerekecek. Bu Hamas değilse Filistin Yönetimi ve el-Fetih olacaktır. Ayrıca Hamas ve el-Fetih arasında biri Rusya, diğeri Çin'de olmak üzere iki tur uzlaşma görüşmesi gerçekleşti. Üçüncüsünün Haziran ortasında yine Çin'de gerçekleşmesi bekleniyor. Hamas Filistin'de uluslararası camianın da tanıyacağı bir yönetimin parçası olmanın zor olacağının farkında olsa da el-Fetih ile Gazze ve Batı Şeria'yı idare edecek bir teknokratlar yönetimi hususunda anlaşmak istiyor. Bu açından İsrail hükümeti için Filistinliler ile çalışmaktan başka bir yol olmadığını değerlendiriyorum. İsrail hükümetinin savaşı sürdürürken rehinelerin salıverilmesi ve ateşkes için müzakere etmeyi istemekte diretmesi birbiriyle çelişmektedir. En başta söylediğim gibi İsrail'in Gazze'ye yönelik askeri operasyona başlarken Netanyahu'nun elde edeceğini ilan ettiği zaferi yeniden tanımlaması gerekecektir.