RIFAT ÖNCEL

Trump Yönetimi, Ukrayna Ateşkesi Ve Avrupa Güvenliği

ABD'de Donald Trump'ın iktidara gelmesi ile gerek Ukrayna Savaşı'na gerekse de Avrupa savunmasına yönelik benimsediği dış ve güvenlik politikası yaklaşımı Batıda ciddi endişelere yol açmıştır. Trump Yönetiminin başta Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski olmak üzere Avrupalı liderlere karşı ortaya koyduğu oldukça sert tutum, kıta güvenlik ve savunma mimarisinde ABD güvenlik garantilerinin ve dolayısıyla NATO etkinliğinin yeniden tartışmalara açılmasına neden olmuştur. Halihazırda ortaya çıkan görüntü gerek ABD'nin gerekse de Rusya'nın Ukrayna ile sınırlı kalmayan ve uluslararası güvenlik ortamını derinden etkileyecek bir barış anlaşması yapmak istediğini işaret etmektedir.

Trump Yönetiminin Ukrayna Savaşına yönelik barış planından duyulan endişenin en büyük sebebi, Rusya'yı savaştan "zaferle" ayrılmış askeri bir dev olarak ortada bırakacak olmasından kaynaklanmaktadır. Buradan hareketle Ukrayna'nın kayda değer oranda toprak kaybına uğramış, Rus etkisi ile nüfuzuna girmiş ve bağımsız dış ve güvenlik politikası yürütme yeteneğini kaybetmiş bir aktör olarak uluslararası sistemde konumlanma riski bulunmaktadır. Bu şartlar altında, askeri gücünü ve savunma sanayii üretimini zirve noktasına çıkarmış bulunan Rusya'nın "zafer" motivasyonu ile Ukrayna'da durmayacağı, Moldova üzerinden Romanya veya Baltıklardaki Rus azınlıkları kullanarak söz konusu bölgelerde saldırgan dış politikasını sürdüreceği düşünülmektedir.

Ukrayna Savaşına yönelik ortaya konulacak barış planının stratejik düzlemde en önemli parametresi Ukrayna'ya verilecek güvenlik garantileridir. Zira güvenlik garantileri olmadan savaşta kaybettiği toprakları barış anlaşmasıyla Rusya'ya vermeye razı olması istenen Ukrayna için elde edilecek barışın da hiçbir kıymeti ve çekiciliği olmayacaktır. Trump Yönetimi iktidara gelene kadar Zelenski Hükümetinin temel paradigması, Kırım dahil işgal altındaki tüm toprakların Rusya'dan geri kazanılması olduğu düşünüldüğünde bu durum daha net anlaşılabilir. Aynı şekilde hiçbir garanti elde etmeden statükoya dayanan bir barışa razı olmak Zelenski'nin meşruiyetini ciddi manada sarsacak ve Ukrayna'da muhtemel bir iktidar değişikliğine sebep olacaktır. Böylesi bir değişimde ise Rusya yanlısı bir yönetimin Ukrayna'da başa gelmesi ihtimaller dahilinde olacaktır.

Dolayısıyla Ukrayna için güvenlik garantilerinin sunulması ve söz konusu garantilerin somut, güçlü ve uygulanabilir olması mantığı benimsenebilir. Bu noktada BM Barış Koruma Misyonu gibi girişimlerden ziyade ancak NATO benzeri kolektif savunmaya dayalı bir güvenlik garantisinin etkili olması beklenebilir. Zira tarihsel örnekler barış koruma güçlerine dayanan mekanizmaların sahada gerçekleşebilecek askerî harekâtlara karşı dayanıksız olduğunun göstermiştir. Bu noktada NATO benzeri güçlü bir savunma taahhüdünün nasıl ortaya konabileceği ise oldukça tartışmalı olacaktır.

Ukrayna, Rusya ve ABD üçgeninde savaşa bakış arasındaki devasa farklılık olası bir barış ve bunun sonuçları üzerinde uzun soluklu etkiler üretecektir. Ukrayna, Rusya'nın 2014 Kırım'ın işgalinden bu yana kendisini yok etmeye yönelik bir strateji izlediğini, bu amaçla askeri bir saldırganlık içinde olduğunu düşünmekte; bu anlamda savaşı ülke savunmasının yanı sıra kaybettiği toprakları geri kazanma bağlamında değerlendirmektedir. Rusya ise savaşı Batı güdümünde saldırgan bir Ukrayna'ya karşı kendisini savunma olarak değerlendirmekte, hatta Vladimir Putin'in değerlendirmelerinde Ukrayna diye bir devletin dahi olmaması gerektiği görülmektedir. ABD'de Trump'ın başa gelmesiyle savaşa yönelik pragmatik bir bakış açısı benimsenmiş, savaşın devamının Amerikan çıkarlarının aleyhine olacak şekilde büyük bir maliyet ürettiği değerlendirilmiştir. Ukrayna Savaşının sonucunun, ABD'ye göre bu maliyetin yüklenilmesini devam ettirecek kadar stratejik bir mesele olarak görülmediği anlaşılmaktadır.

ABD'deki bu tutumun temel sebebinin Amerikan önderliğindeki uluslararası düzene Çin tarafından gerçekleşen meydan okuma olduğu görülmektedir. Zira Trump Kabinesinin söylem ve politikalarına bakıldığında Ukrayna Savaşı ile Avrupa savunmasına ve dolayısıyla NATO'ya taahhüt edilen askeri harcamaların Çin ile mücadeleye kaydırılmak istendiği değerlendirilebilir. Bu anlamda Trump'ın birinci Başkanlık döneminden itibaren NATO'nun Avrupalı mensuplarına savunma harcamalarını artırma yönündeki baskısı, halihazırda daha da şiddetlenmiştir. Öyle ki Trump'ın birinci Başkanlık döneminde GSYH'ye oranla yüzde 2 olarak konulan savunma harcamaları hedefinin, halihazırda yüzde 5 civarlarına çıkarılması gereği ifade edilmektedir. Soğuk Savaş sonrası askeri harcamalarını hızlı bir şekilde azaltan, silahlı kuvvetlerinde küçülmeye giden ve savunma sanayii ekosistemlerini daraltan Avrupa ülkeleri için böylesi bir orana ulaşabilmek kısa vadede gerçekçi görünmemektedir. Kaldı ki NATO içinde halen yüzde 2 hedefine ulaşamamış ülkeler bulunmaktadır.

Açık kaynaklara yansıyan iddialarda Trump Yönetiminin Rusya ile yalnızca Ukrayna hususunda değil çok daha geniş bir düzlemde bir anlaşma yapabilme potansiyelini göstermektedir. Bu anlamda, SSCB'nin dağılmasıyla sonuçlanan, ABD etkisinin artması ve NATO genişlemesiyle devam eden sürecin tersine çevrilmese bile özellikle Avrupa'nın doğusunda Rusya sınırlarına yakın alanlarda NATO ve Amerikan askeri varlığının çekilmesi gibi meseleler ortaya çıkabilecektir. Bu durum Avrupa savunma ve güvenlik mimarisinin kökten değişimi anlamına gelecek ve AB ülkelerinin tehdit algısını daha da şiddetlendirecektir.

Böylesi bir senaryonun Batı ile Rusya arasında çekişmelere yol açan Suriye, Kuzey Afrika, İran ve Kuzey Kore ile ilişkiler gibi meseleler için de ne tür çözümler üreteceği veya yeni problemler yaratacağı tartışmalı olacaktır. Trump Yönetiminin, Rusya karşısında böylesi bir anlaşmaya varmasının ise tek "meşruiyeti" Çin karşısında Rusya'yı kendi safına çekmek olarak değerlendirilebilir. Keza askeri ve ekonomik olarak ABD'ye büyük bir meydan okuma içinde olan Çin'e karşı uluslararası düzenden memnun olmayan diğer aktör olan Rusya'nın endişelerini gidererek sistem içine çekmek, kabul edilmesi zor ancak rasyonel bir politika olabilir.

Beyaz Saray'da Zelenski ile Trump arasında ortaya çıkan ve diplomatik krizi oldukça aşan tartışmanın yanı sıra Suudi Arabistan'da Amerikan ve Rus heyetler arasında gerçekleşen görüşmeler sonrasında yapılan açıklamalar, yukarıda ele alınan hususları teyit eder niteliktedir. Rus ve Ukrayna tarafları "güvenilir, kalıcı ve onurlu" bir barıştan söz etmektedir ki savaşlara gerçekten son veren anlaşmaların yapısı bu unsurları içermelidir. Ancak Rusya ve Ukrayna tarafları için "güvenilir, kalıcı ve onurlu" şartlar çok farklıdır. Bu uçurum etrafında Ukrayna'nın savaşmaya devam etmesi Avrupa'nın desteğini yoğun bir şekilde artırmasıyla mümkün de olabilir, keza Rusya'nın genel manada sayısal olarak çok üstün kabiliyetlerine rağmen beklentilerin çok altında bir muharebe performansı gösterdiği bilinmektedir. Ukrayna dönem dönem oldukça mütevazı kabiliyetlerle Karadeniz'deki Rus donanma varlığını sınırlandırmayı başarmış, Rus zırhlı birlik ilerleyişlerini ciddi manada aksatmıştır. Ancak ABD'nin askeri, ekonomik ve siyasi desteğinin tamamen çekilmesinin getireceği muharebe yeteneğindeki azalma yok sayılamayacak kadar büyük ölçektedir.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.