2006 savaşına kıyasla yıkıcılığı ve süresi açısından çok daha farklı olan ve yaklaşık 13 aydır önceleri düşük yoğunluklu sonrasında topyekûn süren Hizbullah-İsrail savaşı 27 Kasım itibari ile geçici ateşkes mekanizması ile durduruldu. 60 gün olarak öngörülen ateşkes süreci taraflar arasında kalıcı barışın sağlanması amacı ile ara bir aşama olarak planlandı. Bu süreç içerisinde ABD-Fransa desteği ile oluşturulan ve 13 maddeyi kapsayan ateşkes anlaşması en azından bir süreliğine geçtiğimiz aylarda zirve yapan bölgesel topyekûn çatışma ihtimallerini de sınırlandırmaktadır. İsrail'in iki cepheli savaş karşısındaki zafiyetini ortaya koyan ve diğer taraftan Hizbullah'ın 2006'dan itibaren tahkim ettiği askeri ve istihbarî kapasitesini sorgulatan Gazze İşgali sonrasındaki İsrail-Hizbullah çatışmaları cevaplanması gereken pek çok soruyu da beraberinde getirmiştir.
İsrail Bilançosu
Her iki taraf kendisi açısından süreci bir 'zafer' şeklinde ifade etse de 13 aylık çatışma sürecinin İsrail ve Hizbullah tarafına benzer oranda olmasa da oldukça ağır maliyetler yüklediği ortadadır. İsrail açısından küresel alanda oluşan izolasyon, hukuken soykırım-katliam suçlusu olarak damgalanması, uluslararası kamuoyundaki İsrail karşıtı tepki ve iç siyasi alanın istikrarsızlaşması gibi henüz askeri bilançoya geçmeden gelen kaldırılması imkânsız maliyetler söz konusudur. Bu açıdan düşündüğümüzde İsrail'in Batı ve özellikle ABD'den elde ettiği siyasi, askeri ve ekonomik koşulsuz destek Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Uluslararası Adalet Divanı (UAD) gibi küresel mahkemeler ve diğer insan hakları oluşumları tarafından soykırımcı şeklinde tescillenmesini engelleyememiş ve İsrail Lübnan ve özellikle Filistin işgalinde gerçekleştirdiği savaş suçları ile tarihte diğer soykırımcı devletlerle birlikte yerini almıştır.
Bu taşıması zor ve tarihsel seyir içerisinde maliyetleri daha net görülecek bilançonun yanı sıra İsrail açısından askeri zafiyet analiz edildiğinde karşımıza şu şekilde bir resim çıkmaktadır: Erken dönemdeki tüm şovenist ve iddialı söylemlere rağmen İsrail ne Gazze'de Hamas'ı 'bitirme' ne de aynı anda Kuzey Cephesinde Hizbullah'ı 'yok etme' şeklindeki hamasi amaçlarına ulaşmıştır. Dahası bu oluşumları 'yok etme' amacı gerçekleşmediği gibi Gazze İşgalinin temel hedeflerinden biri olan esirlerin alınmasında herhangi bir mesafe kaydedilememiştir. Dolayısı ile günün sonunda İsrail'in ender görülen barbarca yıkım ve katliam savaş stratejisine rağmen esirler meselesi çözülemediği gibi Hamas ve Hizbullah tarafından sürdürülen ve devlet dışı silahlı oluşumlara dayalı İsrail'e meydan okuma stratejisinde aktörler, varlıklarını tüm kayıplara rağmen sürdürebilmişlerdir. Bu minvalde İsrail'in muhakkak Donald Trump iktidarının yeni dinamiklerini de göze alarak kabul ettiği Kuzey Cephesi'ndeki ateşkes süreci bir nevi önceki statükoya dönüş realitesinden başka bir gerçeklik değildir. Dahası Litani Nehri Bölgesi denen ve Litani Nehri ile Mavi Hat arasını kapsayan 30 km'lik alanda 1989'dan beri uygulanamayan Hizbullah'ın varlığının sınırlandırılması ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin Lübnan'daki silahlı grupların silahsızlandırılmasını öngören 1071 sayılı kararının yeniden gündeme getirilmesi aslında bir anlamda geleneksele yeniden dönüş stratejisidir.
Hizbullah Bilançosu
2006 savaşının aksine uzun süren ve lider kadrosunun kaybı, istihbarat zafiyeti ve siber saldırılar gibi konularda oldukça ağır maliyetler ile karşılaşan Hizbullah'ın ateşkes sürecine fazlası ile ihtiyaç duyduğu aşikardır. Tüm bu maliyetlere rağmen İsrail'in Güney Lübnan başta olmak üzere Hizbullah'ın etkili olduğu Beyrut'un Güney mahalleleri ile Beka bölgesindeki ağır saldırıları sonrasında dahi Hizbullah'ın önemli direnç sergilediği ve İsrail'in Güney Lübnan'ı hızlı şekilde işgal etme planını boşa çıkardığı söylenebilir. Bu şekilde Güney Lübnan işgali öncesinde ve sonrasındaki ağır yıkımlara ve örgütsel dağınıklığa rağmen Hizbullah'ın operasyonel ve istihbarî kapasitesini kısmen muhafaza ettiği, İsrail'i Güney Lübnan'da etkili şekilde karşılamasından ve İsrail içleri ile işgal altındaki Golan Tepelerine yönelik saldırılarından anlaşılmaktadır. Dolayısı ile öncesinde bu denli hızlı lider kadrosu kaybı, istihbarî saldırıları ve siber girişimleri yeterince hesaplamadığı anlaşılan ve bu çerçevede 2006 savaşı ile Suriye İç Savaşına kıyasla oldukça daha fazla askeri, ekonomik ve moral kaybı söz konusu olan Hizbullah'ın zayıfladığı ve toparlanma sürecine ihtiyaç duyduğu yorumları söz konusudur.
Bu kapsamda 2006 savaşındakinden 10 kat daha fazla milisini, ki yaklaşık olarak bunun 3000 civarı olduğu iddia edilmektedir, Hizbullah'ın İsrail'e yönelik Filistin direnişini destekleme amacı ile açılan 'destek cephesi'nde kaybettiği aktarılmaktadır. Buna karşılık Güney Lübnan'dan yine yaklaşık 1 milyon kişinin yerinden edilmesi ve Hizbullah taraftarları başta olmak üzere Lübnan toplumunun karşılaştığı ağır ekonomik yıkımlar Hizbullah açısından ateşkesin gerekliliğini ortaya koymaktadır. Hizbullah merkezli yapılan değerlendirmelerde bu oluşumun zayıfladığı fakat İsrail'in Kuzey bölgesini felç etme, 60 bin Yahudi yerleşimcinin Hayfa başta olmak üzere yerleşim yerlerine dönmesini engelleme açısından özellikle İsrail için 2024 Ekim'i farklı bir kayıp dönemi olmuştur. Hizbullah'ın İsrail hava savunma saldırısına yönelik yoğun roket saldırısı ve eşgüdümlü olarak SİHA'lar ile Golan Tepesini hedef alması İsrail'in 'efsaneleştirilen' hava savunma ve istihbarat gücüne ilişkin soru işaretlerini beraberinde getirmiştir. Sonuç olarak İsrail'deki muhalefet liderlerinin ifade ettiği üzere İsrail askeri kaybının 1000'li rakamlara yaklaşması, 12 bin civarında askerin yaralı durumu, savaşın sürdürülemez ekonomik maliyeti ile İsrail içerisinde farklı ekonomik sorunlara yol açması ve Batı-ABD'den askeri desteklerde yaşanan sorunlar İsrail tarafındaki bilanço durumunu ağırlaştıran gelişmeler olarak not edilmektedir.
Sonuç olarak kazananı olmayan bu uzun çatışma sonucunda taraflar ağırlaşan bilançoyu ve maliyetleri göz önüne alarak ve küresel değişen dinamikleri de hesaba katarak sonrasında daha kalıcı hale dönüşmesi muhtemel bir ateşkes iklimine yönelmiştir. Söz konusu iklimde geçmiş döneme kıyasla caydırıcı dengenin ABD'nin sürece müdahilliği, Lübnan ordusunun Güney bölgesine yerleştirilmesi, Hizbullah milislerinin bu bölgeden çekilmesi ve İsrail'e yönelik saldırılar olduğu takdirde İsrail'in karşılık vermesinin tanınması gibi gerekçelerle şu anlık İsrail lehine oluştuğu söylenebilir. Fakat Hizbullah'ın Lübnan iç siyasetinde sorgulanan 'hegemonik' konumunu yeniden tahkim etme, organizasyonel-istihbarî ve askeri örgütlenmesini geçmiş tecrübeler ışığında farklı şekilde kurgulaması ve sosyo-ekonomik yıkımı gidermeye çalışması, ilerleyen aşamalarda değişik denklemleri beraberinde getirebilir. Hizbullah-İsrail arasındaki geçmiş dönem çatışmacı ilişkileri dikkate aldığımızda ateşkes ve sonrasında kurulan farklı dengelenmelerin bir sonraki dönem olası savaşlarına hazırlık niteliği taşıdığı ortadadır.