İsrail'in 7 Ekim'de başlayan Gazze'ye yönelik işgalinin hızlı yayılma alanlarının başında gelen Lübnan, o tarihten itibaren mevcut yıkıcı sorunlarının yanı sıra derin bir çatışma ve istikrarsızlık ortamına sürüklenmiştir. Hamas'ın ardından İsrail'e yönelik ikinci ve daha çetin olacağı varsayılan Hizbullah oluşumunun etkili olduğu Güney Lübnan cephesi İsrail'in öncelikle düşük yoğunluklu sonrasında ise ağırlaşan saldırılarına hedef olmuştur. Zaman içerisinde Gazze'deki işgal süreçlerinin İsrail tarafından tamamlandığına yönelik iddialar, sonraki çatışma alanının Güney Lübnan olacağı konusunu daha belirgin kılmıştır. Bu çerçevede İsrail'deki radikal Benyamin Netanyahu hükümeti, Lübnan'ın Gazze gibi yıkım ve işgal yaşayacağını defaatle ifade etmiştir.
Gazze İşgali'nin erken döneminde daha çok kontrollü ve 2006 sonrasında oluşturulan 'oyun kuralları' çerçevesinde yürütülen Hizbullah-İsrail arasındaki askeri gerginlik ve çatışmalar, sonrasında kontrol edilmesi çok daha zor bir hal almış ve Kuzey İsrail ile Güney Lübnan adeta iki aktör arasındaki sınırlı savaşın merkezi olmuştur. Bu süreç sonrasında uluslararası hukuk, küresel diplomasi ve bölgesel caydırıcı girişimleri dikkate almayan Netanyahu hükümeti, Güney Lübnan'a yönelik "sınırlı askeri operasyon"a başlayacaklarını duyurarak hem Güney Lübnan'a işgal girişimlerini artırmış ve hem de Beyrut ile Lübnan'ın diğer bölgelerine yönelik askeri saldırılarını yoğunlaştırmıştır. Bu durum 1980'li yıllarda 'sınırlı' olarak başlayan ve sonrasında topyekûn işgale dönüşen İsrail'in yaklaşık 20 yıl süren Lübnan işgali sürecini yeniden akıllara getirmiştir.
Güney Lübnan Merkezli Karşılaşma
Her ne kadar İsrail'in uluslararası hukuka aykırı ve insan haklarını hiçe sayan Lübnan saldırıları ülkenin çeşitli bölgelerine yayılsa da ağırlıklı olarak bu saldırıların Güney Lübnan, Beyrut'un Güney Mahalleleri ve Beka Vadisi etrafında yoğunlaştığı ifade edilebilir. Bu bölgelerde Hizbullah oluşumun etkin ve nüfuz sahibi olduğunu dikkate aldığımızda İsrail'in Lübnan işgalini genişletmeden önce Hizbullah'ın özellikle Suriye İç Savaşı ile de tahkim edilen askeri ve coğrafi kapasitesini zayıflatmayı amaçladığı söylenebilir. İsrail tarafı Güney Lübnan'a yönelik kara temelli askeri işgalini başlatmadan önce 2006 Hizbullah-İsrail çatışmalarında uğradığı maliyetleri de dikkate alarak bu defa Hizbullah komuta kademesini ve teknolojik/materyal kapasitesini kötürüm etmeye yönelik istihbarat merkezli ve siber saldırı yöntemlerini önceleyen saldırılar düzenlemiştir. Bunun en uç noktasını ise Hizbullah ismi ile eşleşen ve oluşumun hem Lübnan sosyo-politik gelişmelerinde hegemon aktör ve hem de bölgesel güç denkleminde dikkate alınan birim olmasını sağlayan Hasan Nasrallah'ın suikast girişimi ile öldürülmesi oluşturmuştur.
Söz konusu istihbarat merkezli ve siber saldırı yöntemleri ile gerçekleştirilen ve Hizbullah oluşumuna ciddi oranda ağır maliyetler ve hasarlar getiren saldırılar sonucunda İsrail'in Güney Lübnan'ı daha kolay bir şekilde işgal edebileceğini ve direnç ile karşılaşmayacağını hesap ettiği belirtilebilir. Dahası yapılan suikast girişimlerinin, muhtelif saldırıların ve çeşitli siber operasyonların ağır insani, siyasi ve ekonomik kayıplara yol açtığını düşünürsek İsrail tarafının halihazırda devlet-toplum ilişkileri kötürüm olma noktasına gelen Lübnan'da Hizbullah oluşumuna iç siyasi baskıyı da getirebileceği hesabını yaptığı söylenebilir. Diğer taraftan Hizbullah cephesi tüm materyal ve ideolojik anlamda yaşadığı zafiyet ve olumsuzluklara rağmen halen İsrail'e yönelik saldırılarını sürdürebilmiş ve Güney Lübnan'a yönelik bazı İsrail girişimlerini engelleyerek İsrail tarafında bazı önemli askeri kayıplara yol açmıştır. Bu sırada İran tarafından İsrail'e yönelik yapılan ve İsrail'in bazı askeri ve istihbari merkezlerini hedef alarak ciddi bir misillemeye işaret eden füze saldırıları İran-Hizbullah cephesinin Gazze İşgali merkezli bölgesel çatışmaların derinleşmesi ve genişlemesinde caydırıcı güçlerinden ve İsrail ile aralarında bozulan dengeyi yeniden tesis etme arayışlarından yeterince taviz vermeyeceklerini doğrulamıştır.
İşgal, Savaşlar Hafızasında Lübnan ve Yeni Denklemler
Geçmişinde karmaşık ve yakıcı bir iç savaş ile bu iç savaş sürecinde gelişen çeşitli işgal, bölgesel müdahaleler ve derin istikrarsızlık tecrübesi bulunan Lübnan'ın bir süredir yoğun şekilde ekonomik, siyasi ve toplumsal tahribatlar yaşamasına rağmen topyekûn bir yıkıma sürüklenmediğine şahit olmaktayız. Söz konusu topyekûn yıkımdan Lübnan toplumunu kurtaran temel motivasyon ise 'herkesin herkes ile savaşı'nı andıran iç savaş hafızası olmuştur. Diğer bir ifade ile derin ve uzlaşmaz çatışmalara ve anlaşmazlıklara rağmen Lübnan'daki toplumsal gruplar bu süreci yeniden tecrübe etmekten güçlü bir şekilde kaçınmaya çalışmaktadırlar. Bu noktada İsrail'in sınırlı başlayacağı ifade edilen işgalinin zaman içerisinde Lübnan'ın diğer alanlara sirayet edeceği ve Gazze İşgali'nde olduğu gibi Lübnan toplumunda topyekun yıkıma ve yok olmaya sebebiyet vereceği açık ve en yakın risklerden birini oluşturmaktadır. 1980'li yıllardaki İsrail işgali tecrübesi yüzbinlerce Lübnanlı ve buradaki Filistinli insanların sürülmesi, katledilmesi ve diğer ağır şartlara maruz kalmasına yol açmışken Lübnanlı grupların yeni bir İsrail işgali ile benzer süreçleri yaşayacağı açıktır.
İsrail'in uluslararası hukuk, küresel toplumdan yükselen tepkiler ve bölgesel güçlerin hassasiyetleri gibi noktaları katiyetle önemsemediğini düşündüğümüzde Lübnan'ın katlanmak zorunda olacağı maliyete ilişkin bir çıkarım söz konusu olabilir. Dolayısı ile olası bir ateşkes, İsrail'in caydırılma durumu ve İsrail iç siyasetinde radikal bir dönüşüm olmadığı takdirde 'Hamas gerekçesi' ile Filistinlilere katliam ve işgal yaşatan Tel Aviv yönetiminin, Lübnan toplumuna da 'Hizbullah gerekçesi' ile benzer işgal rejimini taşıyabileceği belirtilebilir. Diğer bir ifade ile Lübnan, bahsi geçen önlemler alınamadığı takdirde İsrail'in yeni yıkım sahasına dönüşebilir ve burada halihazırda birbiri ile gergin ilişkilere sahip olan bazı toplumsal aktörlerin de İsrail işgali ile farklı siyasetlere yönelmesi görülebilir. Bu durum Lübnan içerisinde yer alan Filistin topluluğunun da ciddi oranda hasar görmesine, yeni göç akınlarının ortaya çıkmasına, Hizbullah ile Lübnan'daki diğer bazı mezhepsel aktörler arasında çatışmaların derinleşmesine sebebiyet verebilir. Bu durum halihazırda siyasi mekanizmanın 'yok' niteliğinde olan ve ağır siyasi-ekonomik krizlerle yüzleşen Lübnan'ı bölgesel aktörlerin çatışma merkezli nüfuz mücadelesine ve bu minvalde yerel aktörlerin istismar edilmesine yol açabilir.
Sonuç olarak son dönemde çatışmaların merkezli Günel Lübnan'a doğru yönelse ve her ne kadar Gazze'de Hamas'ın İsrail'e yönelik bazı askeri girişimleri sürse de İsrail-Hizbullah çatışmaları 'sınırlı savaş' halini alarak Lübnan Cephesi aktif hale dönmüştür. Bu durum Gazze İşgali'nin bölgesel çatışmaların derinleşmesi ve genişlemesi şeklinde başından itibaren dikkat çekilen noktanın 7 Ekim gelişmesinden bir sene sonra doğrulandığını ortaya koymaktadır. Dolayısı ile işgalin başladığı tarihten bir yıl sonra İsrail'in yıkım ve katliam siyasetinin bu defa Lübnan'a kaydığı ve en hafif buhranı dahi kaldıramayacak durumda olan Lübnan toplumunun son dönemdeki en yoğun buhran ile artarak karşılaşmaya başladığı görülmektedir. Ülkeden gelen saldırı ve işgal girişimleri ile Hizbullah-İsrail çatışmalarının yoğunlaşan niteliği Lübnan'da göç, derin güvenlik endişeleri, bölgesel güç/nüfuz mücadelesi ve işgal girişimleri ile devlet mekanizmalarının yeniden tamamı ile çökme risklerini Lübnanlıların canlı hafızlarına yeniden taşımıştır. Bu durum aynı zamanda Lübnan açısından tarihin en acı şekli ile yeniden tekerrür etmesi olasılığıdır.