Türkiye'nin en iyi haber sitesi
MUHAMMED HÜSEYİN MERCAN

Lübnan’a Siber Saldırılar ve Hizbullah’ın Geleceği

Aksa Tufanı Operasyonu'nun İzzeddin el-Kassam Tugayları öncülüğünde başlamasının ardından tüm dünyanın gözü Gazze-Tel Aviv hattına çevrilmişken kulağı da Güney Lübnan'dan gelecek haberlerdeydi. Gazze direnişinin düşman hatlarına büyük kayıp verdiren sızma girişimi, işgal devletinin kendi tarihindeki bir bakıma en büyük travmaydı. Siyonist yönetimin ummadığı bir anda gelen bu saldırı karşısında vereceği orantısız karşılık bilinmekle beraber, en çok merak edilen konuların başında Hizbullah'ın bu süreçte nasıl bir konumlanacağına dairdi. Kuzey'de yeni bir cephenin açılması elbette Tel Aviv için işleri zorlaştıracak ve Gazze'nin yanında Güney Lübnan'dan gelecek olası saldırılarla askeri olmasa dahi siyasi, toplumsal ve ekonomik kırılganlık artacaktı.

Hizbullah'ın yıllardır sürdürdüğü İsrail karşıtı söylemin gereğini yerine getirerek Siyonist yönetime karşı Gazze'nin yanında mücadeleye gerçek manada katılmak, bölgenin geleceği ve işgal devletinin agresif yayılmacılığının önünde güçlü bir set oluşturmak adına oldukça stratejik bir hamle olabilirdi. Lakin Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah, 2006 yazındaki savaştan sonra belirlenen angajman kurallarına uygun davranarak hem Tel Aviv'i tam anlamıyla karşısına almama hem de bizzat aktif savaşın içindeyiz algısı oluşturarak meşruiyetini koruma yolunu seçti. Geriden kalan yaklaşık bir yıllık süre zarfında, Netanyahu Hükümeti'nin Gazze'den sonra ana hedefin Lübnan'ın güneyi olacağını güçlü bir şekilde işaret etmesine rağmen Nasrallah, sahada dengeleri değiştirecek bir aksiyon almaktansa statükocu bir tavırla "bekle-gör" siyasetinden mümkün mertebe ödün vermedi.

7 Ekim sonrası oluşan yeni atmosferde Netanyahu ve kabinesinin karar alma süreçlerindeki tutumu, Siyonist yönetimin geçmişe nazaran daha farklı bir kodla hareket ettiğini açık bir şekilde gösterdi. Gazze'deki katliamlarla tarihin en büyük soykırımlarından birini Batılı devletlerin desteği ve uluslararası toplumun eylemsizliğinden cesaret alarak gerçekleştiren Netanyahu, Hizbullah'ı tahrik edici hamlelerini de sert bir şekilde sürdürdü. Küresel alanda kaybettiği imajı tazelemek ve Gazze sahasındaki stratejik mağlubiyetinin üzerini örtmek için yeni düşmanlara ihtiyaç duyan Tel Aviv yönetimi, bu çerçevede Hizbullah'a yıkıcı darbeler vurmaya çalıştı. Özellikle Başkent Beyrut'un Dahiye Bölgesi'nde Hizbullah'ın genelkurmay başkanı olarak tanımlayabileceğimiz en üst düzey askeri ismi Fuad Şükür'ün suikastla öldürülmesi, Netanyahu'nun gerilimi tırmandırmak için her türlü radikal adımı atacağının emaresiydi. Hizbullah'ın Beyrut'taki kalbinde yapılan bu saldırı, tarihinin en büyük meydan okumalarından biri anlamına geliyordu. Şükür'ün cenaze merasimi ve ardından yedinci gün anma töreninde tehditkâr bir dil kullansa dahi Nasrallah'ın caydırıcı bir irade gösterme konusundaki gönülsüzlüğü, Netanyahu ve ekibinin Lübnan'a yönelik daha ağır darbeler vurmasına kapı araladı.

Siber Saldırılar ve Sahada Değişen Boyut

Geçtiğimiz salı, öğle sonrasında Lübnan'dan gelen çoklu patlama haberlerinin ajanslar tarafından servis edilmesi, sadece Orta Doğu'da değil tüm dünyada gündemi bir anda değiştirdi. Yaklaşık 5 bin haberleşme cihazının işgal devleti unsurlarınca patlatılması, savaşın ve istihbaratın değişen doğasına yönelik tartışmaları beraberinde getirirken aynı zamanda bu saldırı, Hizbullah'ın sahadaki manevra kabiliyeti ve kapasitesine ciddi zarar verici bir mahiyetteydi. Saldırının şekli, zamanlaması ve hedef kitlesi, işgal devletinin uzun süredir böylesine bir böyle bir eyleme hazırlandığını gözler önüne serdi. Muhtemelen tarihin en başarılı istihbarat operasyonları arasında yerini alacak bir saldırılar, kablosuz teknolojinin yaygınlaşmasından ötürü benzer cihazları kullanan herkeste büyük bir tedirginliğe yol açtı. Tartışmalar saldırının nasıl planlandığı, cihazların ne şekilde patlatıldığı ya da ne tür bir düzenekle bu eylemin gerçekleştirildiği gibi sorular ışığında operasyonu farklı varsayımlar üzerinden tartışsa da saldırı sonucunda ortaya çıkan tablo Hizbullah için büyük bir felaket niteliğindeydi. Düşman saldırısına karşı ilk üç safta yer alan eğitimli savaşçıları ve önemli saha komutanlarının hayatını kaybettiği yahut ciddi şekilde yaralandığı bu operasyon bir taraftan Tel Aviv'in Güney Lübnan'ı işgal için saldırganlığın dozunu artırdığının göstergesi, diğer taraftan ise Nasrallah'ın mevcut stratejisini ısrarlı bir şekilde devam ettirmesi halinde hareketin daha büyük ve belki de varoluşsal bedeller ödeyeceğinin habercisiydi.

Salı günkü saldırıların şoku daha atlatılmadan ertesi gün gelen yeni siber saldırı dalgası, Siyonist yönetimin kararlı bir şekilde savaşın odağını Gazze'den Güney Lübnan'a taşımakta olduğunu ortaya koydu. Ülke içinde artan muhalefet dalgasını da bastırmayı hedefleyen Netanyahu, uluslararası toplumda oluşan Gazze hassasiyetini görece baskılamak ve ülke içindeki muhalefetin argümanlarını zayıflatmak için Hizbullah kozunu son haftalarda etkin bir şekilde kullanmaya başladı. Saldırıların dozunu bu nedenle artıran Tel Aviv yönetimi, elini güçlendirmek için Hizbullah'ın sahadaki aktif birliklerini ve füze bataryalarını hedef alarak psikolojik üstünlük konusunda büyük bir kazanım elde etti. Bu satırların yazıldığı esnada Dahiye bölgesine yeni bir saldırının düzenlendiği haberleri ajanslar tarafından servis edilmekte ve sahadan gelen bilgiler, hedef alınan şahsın Fuad Şükür'ün yerine gelen en üst düzey askeri sorunlu İbrahim Akil olduğunu işaret etmekteydi. Saldırıda öldürülen kişinin mezkûr isim olması, Siyonist yönetimin Şükür sonrası ikinci büyük suikastı gerçekleştirdiği anlamına gelir ki bu durum Hizbullah'ın askeri kanadına yeni ve güçlü bir darbe vurmak demektir. Tüm bu gelişmeler, Netanyahu ve ekibinin savaşın sınırlarını genişletme yönündeki ciddiyetinin delili mahiyetindedir. Özellikle de Savunma Bakanı Yoav Gallant'ın birkaç gün önceki demecinde güç merkezinin Gazze'den kuzey sınırına kaydırıldığı ifadesi, Nasrallah'ın tüm bu adımlar karşısında ne yapacağı ve Hizbullah'ı nasıl bir geleceğin beklediği sorusunu akıllara getirmektedir.

Hizbullah'ı Ne Bekliyor?

Hasan Nasrallah, perşembe günü yaptığı konuşmada geleneksel tarzını koruyarak İsrail'e bedel ödeteceklerini tekrar etti. "Vereceğimiz cevabı sadece duymayacaksınız, bizzat göreceksiniz" diyerek işgal devletini tehdit etse de ses tonu ve kullandığı kelimeler geçmişteki hitaplara nazaran daha düşük bir seviyedeydi. Siyonist yönetimin yaptığı operasyon sonrası büyük darbe yediklerini açıkça belirten Nasrallah, "gerçekçiyiz, kibirli davranmayacağız" vurgusuyla siber saldırının büyük bir zayiata yol açtığını kabul etti. "Lübnan direniş tarihinde benzeri görülmemiş bir saldırıydı" ifadesi ise Netanyahu ve ekibinin Hizbullah'ın dengesini ciddi biçimde sarsan bir eylem gerçekleştirdiklerinin kanıtıydı. "Peki, bundan sonra ne olacak?" kısmına gelindiğinde ise ancak Nasrallah tarafından çözülebileceği bir düğümün sahada net bir biçimde oluştuğu müşahede edilmektedir.

İki taraf arasındaki tırmanan gerilimde Siyonist yönetimin zihninin netliği ve savaşı Lübnan sınırları içine taşımak için yürütülen stratejiden taviz vermeyeceği atılan adımlar ve gerçekleştirilen saldırılardan net bir biçimde anlaşılmaktadır. Bu durumda savaşın aktif tarafı olarak dengeleri değiştirme yolunda nihai kararı almak ya da işgal devletinin saldırılarına boyun eğerek kaderine razı olma yolunu seçmek an itibarıyla Nasrallah'ın elindedir. Bugüne kadar medya üzerinden İsrail halkına mesajlar verip hükümetlerini baskılamaları için onları hareketlendirme yolunu seçen Hizbullah, bugün işgal devletinin saldırıları karşısında felç olma yolunda ilerlemektedir. 7 Ekim'den bu yana Tahran yönetiminin isteksizliği ve işgal devletiyle sürdürdüğü örtülü centilmenlik anlaşmasını bozmamak için savaştan uzak durma tercihi, Hizbullah'ın elini kolunu bağlayan başlıca faktördü. Lakin gelinen nokta itibarıyla son birkaç günde yaşananların özeti, Nasrallah'ın bu meseleyi hayatta kalma ya da büyük bir yıkımla yüzleşme zaviyesinden değerlendirme zorunluluğunu ortaya çıkarmış bulunmaktadır. Nasrallah tarafından muğlak bir stratejinin devam ettirilmesi ve özellikle de İbrahim Akil ve onunla birlikte bazı önemli komutanların öldürüldüğünün doğrulanması halinde, sahada Hizbullah'ın çok büyük bir sorunla yüzleşeceğinin emarelerini bünyesinde taşımaktadır.

Hasan Nasrallah şu üç hususun farkına vararak kendisine bir yol çizmelidir. Öncelikle herhangi bir vekil unsur gibi Nasrallah da İran için sahadaki bir aktördür. Elbette bölgede ya da İran toplumunda bir düzeye karşılığı olsa dahi Nasrallah'ın oyun dışına çıkarılması halinde İran'ın ciddi bir aksiyon almayacağı aşikardır. İkinci olarak Lübnan içindeki bazı gruplar, Hizbullah'a olan öfkeleri nedeniyle bu süreçte işgal devletinin yanında yer alma potansiyeline sahiptir. Ayrıca zayıflayan bir Hizbullah'ın Lübnan siyasetinde eski konumunu muhafaza edemeyeceğini rahatlıkla öngörülebilir. Nasrallah'ın dikkate alması gereken üçüncü husus ise Siyonist yönetimin mantığındaki değişimdir. İran ve Hizbullah, bölge siyasetinin dengeleri için geleneksel tavra sadık kalsa da Netanyahu ve kabinesinin şahin kanadının Yahudi teo-politiğinden ödün vermeden yollarına devam edeceği görülmektedir. Bu bakımdan Nasrallah sakin kalsa da dahi işgal devletinin savaşı genişletmek adına sarsıcı darbeleri vurmaya devam edeceği su götürmez bir gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır. Tüm bu parametreler ışığında göstergeler artık Nasrallah'ın tam savaş kararı almasından başka seçeneğinin kalmadığına işaret etmektedir. Aksi takdirde tarihinde görmediği bir çöküş süreci Hizbullah için kaçınılmaz olacak ve bu durum büyük ihtimalle Nasrallah karşıtı blokun güçlenmesini önünü açarak yapı içinde bir bölünmeyle sonuçlanacaktır.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA