Gazze'deki soykırımın tüm dünyanın gözü önünde kesintisiz bir şekilde devam ettiği bir süreçte, işgal devletinin Batı Şeria'da artırdığı saldırganlık ve gerçekleştirdiği katliamlar, işgal altındaki topraklardaki krizi hiç olmadığı kadar derinleştirmektedir. Geçtiğimiz günlerde Başbakan Binyamin Netanyahu'nun katıldığı televizyon programında Philadelphi (Selahaddin) Koridoru'nu niçin terk etmeyeceklerini açıklarken kullandığı haritada Batı Şeria'nın yer almaması, Siyonist yönetimin Gazze'nin ardından Filistin'in diğer bölgelerindeki yayılmacı stratejisini hızlandıracağının habercisiydi. Son günlerdeki başta Cenin ve Tul Kerem olmak üzere diğer Filistin şehirlerinde işgal ordusunun saldırıları, uluslararası toplumun odağının Gazze'de olduğu bir dönemde Batı Şeria'nın statükosunu değiştirmeye yönelik tehlikeli bir oyunun başladığını gözler önüne sermektedir.
Hamas yetkililerinin defalarca kez ABD Başkanı Biden tarafından sunulan ateşkes şartlarına bağlılıklarını belirtmelerine rağmen Beyaz Saray'ın hem seçim sürecinde avantaj elde etmek hem de Netanyahu'ya zaman kazandırmak için sürüncemede bıraktığı ateşkes müzakereleri, Filistin topraklarında soykırımın sınırlarının genişlemesine imkân tanıyacak niteliktedir. Tel Aviv üzerindeki en etkin baskı unsuru olmasına rağmen ABD'nin İsrail yanlısı tutumunu değiştirmemesi, Siyonist yönetimi günden güne daha da pervasızlaştırmaktadır. Uluslararası hukuk ve normlar çerçevesinde aşılmayan hiçbir sınır ve aşınmayan hiçbir değerin kalmadığı bir vasatta işgal devleti, uluslararası toplumun eylemsizliği nedeniyle işgal ve ilhak stratejisini tahminlerin ötesine gidecek şekilde hayata geçirmektedir. Gazze'ye dair umutların yeşerme ihtimaline fırsat bırakmaksızın benzer saldırganlığın Batı Şeria'ya taşınması, Siyonist rejimin bölgede büyük bir savaşın patlak vermesi adına her türlü adımı atmaktan imtina etmeyeceğini göstermektedir.
7 Ekim'den itibaren Batı Şeria'da olası bir hareketlenmeyi engellemek için ön alıcı çok sayıda hamle yapan işgal devletinin Doğu Kudüs ve Batı Şeria'daki Filistinlileri katletmesi, Gazze'deki savaşın seyriyle doğrudan alakalıdır. Sahadaki stratejik mağlubiyetinin üstünü örtmek ve Gazze'deki esirlerin geri getirilememesinden ötürü İsrail şehirlerinden artan protestoları baskılamak için Netanyahu Kabinesi tarafından yeni bir saldırı eylem planı uygulanmaya başlanmıştır. Son aylarda Filistin direnişinin Batı Şeria'da canlandığının emarelerinin görülmesi, Tel Aviv'in Gazze ve Güney Lübnan'ın ardından üçüncü bir cephenin açılması riskiyle karşı karşıya bırakmıştır. Böyle bir durumun gerçekleşmesinin İsrail şehirlerini Gazze'den daha fazla tehlike altında bırakacak olması, Batı Şeria'nın umulmadık bir şekilde hedefe alınmasıyla sonuçlanmıştır. Tam da bu noktada, işgal devletine karşı güçlü bir iradenin ortaya konamamasından ötürü, Netanyahu'nun oluşturduğu konfor alanı içinde agresif genişleme ve Filistin siyasallığını yok etme siyasetini inkıtaa uğratmaksızın sürdürdüğünü söylemek yerinde olacaktır.
Batı Şeria'ya Saldırıların Nedeni
İşgal devletinin Batı Şeria'daki Filistin şehirlerine saldırması, alt yapıyı tahrip etmesi ve tıpkı Gazze'deki gibi kadın, erkek ve çocuk ayırt etmeksizin insanları katletmesinin altında yatan başlıca sebep Filistin direnişinin direncini kırmaktır. İsmail Heniyye'nin şehadetinin ardından Hamas liderliğine seçilen Yahya Sinvar sahadaki dengeleri bir anda değiştirdi. Siyonist rejim ve İsrail'in Yahudi vatandaşları Sinvar'ın liderliğinden büyük tedirginlik duyarken Hamas'ın yeni lideri, tüm Filistin sathında direnişe dair büyük bir motivasyon sağladı. Her ne kadar Gazze'deki mevcut durum nedeniyle henüz ortaya çıkmasa ve doğrudan bir mesaj yayınlamasa dahi işgal altındaki toprakların tamamında oluşturduğu etki sahada yeni bir oyunun kurulmasına kapı araladı. Batı Şeria'daki direniş gruplarını mobilize eden bu durum, Hamas yöneticilerinden ve Siyasi Büro'nun Heniyye öncesindeki lideri Halid Meşal'in Gazze dışındaki bölgelerde istişhad eylemlerini başlatılması çağrısıyla yeni bir boyuta taşındı. İşgal ordusundaki askerlerin yüzleştiği psikolojik sorunlar ve İsrail toplumunda on birinci ayını geride bırakan savaş nedeniyle oluşan travma, Netanyahu'nun daha büyük bir krizle karşı karşıya kalmamak adına Batı Şeria'daki hareketlenmeyi sona erdirmek için aksiyon almasını beraberinde getirdi.
Siyonist yönetim Batı Şeria'ya yönelik saldırıların ilk dönemlerinde kendi istihbarat kaynakları ve Filistin Otoritesi'nin güvenlik birimlerinden elde ettikleri bilgiler dahilinde Cenin, Nablus ve Tul Kerem'deki bazı Filistin kamplarına baskınlar düzenleyerek çok sayıda Filistinliyi göz altına aldı. Ayrıca Kassam Tugayları, Kudüs Seriyyeleri ve el-Aksa Şehitleri Tugayları'nın saha komutanlarını da etkisiz hale getirmeye çalışan işgal ordusu, bu süre zarfında havadan ve karadan yaptıkları nokta operasyonlarla birçok direnişçiyi şehit etti. Bu saldırıların tamamı, Batı Şeria'da direnişe ağır kayıplar verdirerek daha büyük bir mücadelenin önüne kesmek üzere planlandı. İşgal devletinin sahada ortaya koyduğu baskılara rağmen Batı Şeria'daki direniş ruhunun günden güne canlanması ve işgal ordusuna karşı zayiat verdirmesi sonucunda Netanyahu ve kabinesi, yıllardır gündemlerinde tuttukları Batı Şeria'nın ilhakını hızlandırmak için yeni katliamlara kapı aralayan geniş çaplı operasyonu başlattı.
Birinci ve İkinci İntifada boyunca Batı Şeria'daki mücadele, Siyonist rejimin hafızasında yerini koruduğundan Netanyahu ve ekibi, Gazze'nin ardından güçlü ve kolektif bir direnişin burada başlamasının işgal devletinin amacına ulaşmasının önünde büyük bir set oluşturacağının gayet farkındadır. Gazze'deki soykırım karşısında diplomatik girişimlerin ötesine geçemeyen uluslararası toplumun sessizliği, Netanyahu'ya Batı Şeria'da dilediği stratejiyi hayata geçirmesine olanak tanımaktadır. Bu bağlamda Siyonist yönetim, Batı Şeria'daki tüm direniş gruplarının etkisini kırarak direnişçileri yok etmeyi ve ardından tedrici bir şekilde Filistin şehirlerini tam manasıyla kontrolü altına alacağı yeni bir durumu tesis etmeyi amaçlamaktadır. Siyasal bilinçten uzak, öznelliğini kaybetmiş ve tamamen edilgen bir mahiyete sahip Filistinli kimliği oluşturmak isteyen Netanyahu, bu yolla bölgenin ilhakının önündeki engelleri de teker teker aşmayı ummaktadır. Direnişin gücünün kalmaması nedeniyle zayıflayacak Filistin siyasallığını kolayca elimine edeceklerini düşünen Netanyahu ve kabinesinin şahin ekibi, saldırganlığın artan dozajıyla Batı Şeria üzerindeki egemenlik iddiasını pekiştirmeye çalışmaktadır.
Saldırıların Muhtemel Sonuçları
Batı Şeria'da işgal ordusunun saldırı ve katliamlarının krizi derinleştirmesinin yansımaları, Gazze sahasındaki yaşanan gerçeklikten daha farklı olacaktır. Siyonist yönetim, Gazze'deki saldırılarını kendince öne sürdüğü argümanlar üzerinden meşrulaştırmakta ve Batılı devletlerin iki yüzlü tutumları ve dünyanın geri kalan kısmının siyasal, toplumsal ve ekonomik kırılganlıklar ya da çıkar dengeleri nedeniyle gerekli baskı araçlarını kullanamamasından ötürü pervasız saldırılarına devam etmektedir. Batı Şeria bağlamında ise son dönemde artan saldırılar, Netanyahu ve ekibinin sınırları genişleterek işgal ettikleri topraklarda Filistinlilerin yaşamasına olanak tanımayacak bir ortam inşa etmeyi arzuladıklarını göstermektedir. Sürecin oldukça tehlikeli bir boyuta evrildiği dikkate alındığında, Batı Şeria'daki gerilimin bölgesel krizi derinleştireceği ve özellikle de Ramallah yönetimini büyük bir meşruiyet sorunuyla karşı karşıya bırakacağı aşikardır.
Batı Şeria'da işgal devletinin kendi vatandaşları için inşa ettiği yerleşimlerin sayısı ve Yahudi nüfus göz önüne bulundurulduğunda, Filistinlilere yönelik katliamların sadece işgal ordusunun unsurları eliyle değil aynı zamanda silahlandırılmış Yahudiler eliyle de olacağını tahmin etmek güç değildir. Geçtiğimiz haftalarda bu hususa dair örneklerin yaşandığı tüm dünya kamuoyu tarafından bilinmektedir. Askerlerin yanı sıra siviller eliyle yapılacak katliamlar, Batı Şeria'da sahada yaşanacakların Gazze'dekinden daha farklı bir boyuta evrilmesine kapı aralayacaktır. Uluslararası toplumun geçmişte Irgun ve Haganah gibi terör gruplarının yaptığı katliamların benzerlerinin Yahudi yerleşimci çeteler eliyle yapılmasını engellemek adına hızlı aksiyon alması ve Tel Aviv'a baskı uygulayarak Gazze ve Batı Şeria'daki saldırıların sona ermesi için tüm mekanizmaları harekete geçirmesi gerekmektedir.
İşgal ordusunun Batı Şeria'daki saldırıları Filistin toprakları kadar Ürdün'ü de doğrudan etkileyecektir. Hem sınır nedeniyle geçişkenliğin fazlalığı hem de Ürdün'deki Filistin asıllı nüfusun yoğunluğu bölgesel denklemi derinden sarsma potansiyelini bünyesinde barındırmaktadır. Ürdün Dışişleri Bakanı Eymen es-Safedi'nin işgal devleti tarafından Filistinlilerin Ürdün'e sürülmesinin ülkelerinin savaş açmak anlamına geleceğini ifade etmesi, Batı Şeria'daki durumun hassasiyeti ve yıkıcı etkileri bakımından oldukça önemli bir göstergedir.
Tüm dünyanın aylardır bölgesel bir savaştan tedirginlik duyduğu bir ortamda Netanyahu ve kabinesinin geri adım atmaksızın devam ettirdiği strateji, bölgeyi büyük bir ateş çemberinin ortasına sürüklemektedir. İşgal devletine karşı yaptırım uygulamaksızın geçirilen her saniyenin Filistin topraklarında telafisi olmayacak türden bir statükoyu oluşturduğu görülmektedir. Bölgesel ve küresel istikrara en büyük tehdit konumundaki Siyonist yönetimin saldırganlığını sonlandıracak adımların atılmaması halinde tüm dünyanın daha ağır bedeller ödeyeceği aşikardır. On bir aydır Gazze'de yaşananların yarın Batı Şeria'da her şekliyle yaşanmayacağının garantisi olmadığından, yarın pişmanlık duymamak adına uluslararası toplumun örgütlü kötülüğün kaynağını kurutmak için Siyonist yönetim ve ideolojiye karşı küresel çapta bir mücadele başlatması gerekmektedir.